Pazartesi, Kasım 18, 2013

Aslinda hepimiz Nejat Uygur'un "Nesef'inden" çıktık

93 senesiydi. beyaz bir şahin arabada o doksanların kömür dumanlı gri bir ocak gününde, basmane garından sağa dönüp tepecik hastanesine giderken, arabanın arkasından kafamı çıkartıp babama sorduğum "sünnet olduktan sonra gülmeye devam edebilicem mi?" sorusuna aldığım cevabı belki babam hatırlamaz ama ben hiç unutamayacağım:

"insan gülmeden hiç durabilir mi uğurcum? tabii ki gülücez?"

ve biliyor musunuz? babam benim hayatimda çok az yanıldı..




sünneti olup iki hafta sonra hastaneden çıktıktan sonra, nasıl geldi eve, nasıl oldu bilmem ama ve sanırım babam güldürme konusunda kendine güvenemediğinden ya da mutlak sonuş elde etmek istediğinden iki vhslik bir kaset peydah oldu eve "Hastane mi Kestane mi" adında, defalarcalar izlenecek hatta izlenmekten bozulacak Nejat Uygur  oyunu..


9 yaşında bir çocuktum, hemofili olduğum ve "oynarsan pipin kanar ve kanamaya devam eder ve pipin düşer" denilip korkutulduğum için günlerce yataktan kalkamadığım için o philips videoda defalarca izlenen videonun ismi "Hastane mi Kestane mi" olmuştu. Ben dünyada en çok ben gülüyorum sanarken Nejat Uygur ve şürekasının komikliklerine, yıllar sonra öğrendim ki, aynı karın kasılmalarını milyonlarca 80ler çocuğu ile birlikte yaşamışım aslında.

Ve sonrasında onlarca oyunu geldi Nejat Uygur'un. O küfürlü, sonunda illa ki duygusal Cibali Karakol'larıi, Sizinki Can da Bizimki Patlıcan mı? ları, sahnenin ortasından geçen, yıllar sonra Brechtvari bir duruş olduğunu anladığımız absürt karakterleriyle, Aman Özal Duymasınları, Miğrefirine Çiçek Eken Askerleri, ve nihayetinde onlarca oyununun izlenmesinden sonra, aklımız başına geldikçe, Ferhan Şensoy'u keşfettikçe sıkıldığımız Kaynanatörleri, Şeyini Şey Ettiğimin şeyleri..

Sonrasında "Nejat Uygur'u sevmiyorum çok küfür ediyor" ergenliklerimiz geldi. Üstelik neredeyse tüm mizah duygumuzu, tüm orta okul gülüçlerimizi ona ait değilmiş gibi, Fuarda açık hava tiyatrosuna gelip, fukara ailemizin içeriye 3 kişi girmesine bütçesi yetmediği için, kapısından yavaş geçip de bir iki espriye gülelim dememişiz gibi içimizden, Nejat Uygur'u hor görme günlerimiz geldi.. 2000lerin başında Nejat Uygur eskimiş, bizim o "Büyüdüm ben" dediğimiz benliğimiz içinde, çocukluğumuzun bir haresi kalmıştı.

Ama şimdi usluca düşünüyorum da, bugün bana gülüyorsanız, siyasi hicivimi bu kadar başarılı buluyorsanız, bunun iki nedeninden birisi öyle veya böyle Nejat Uygur ve Levent Kırca'dır. Biz onlarla ama en çok Nejat Uygur ile büyüdük.


Nasıl ki zamanında Dostoyevski "Hepimiz Gogol'un palto'sundan çıktık" dediyse, biz bugun kendisine internette, gazetelerde, orada burada siyaset yaparak kendisine güldüren çocuklar, hepimiz Nejat Uygur'un "Nesef alaması" ile var olduk..



Tepecik'teki Ssk hastanesine yatıp, bir kış günü sünnet olduktan ve iki hafta sonra eve gittikten bir sürü insan beni ve kesilmiş pipimi görmek için hastaneye gelmişlerdi. Rahmetli Orhan Amca, Rahmetli Nuray Teyze, Nur içinde yatsın canım anneannem ve babaannem, battaniyeyi kaldırıp kaldırıp beni utandiran rahmetlik recep abim.. Tüm sevdiklerim oradaydi.. Ve tüm o misafirliğin içinde Grundig televizyonda Nejat Uygur.

Şimdi ne var biliyor musunuz? Gün geçtikçe, şu hayat denen engin denizde yolumu bulduğum insanların birer birer yok olduklarını görüyorum. Hayatta daha çok fazla öğreneceğim, dinleyeceğim şey varken, yolumu bulmam gerekirken, çok gereksiz yere, çok terbiyesizce karanlıkta kaldığımı hissediyorum. Çocukluğumun tüm deniz fenerleri giderken, sanırım bu denizde yavaş yavaş kendi yolumuzu bulmayı öğretiyor hayat.. Ne kadar dandik değil mi? Nur içinde yat Nejat Uygur.. Bize öğrettiğin her şey, ve güldürdüğün her an için teşekkürler..