Pazar, Kasım 24, 2013

Gezi Partisi'ne dair



Mayıs sonu başlayan süreci az çok biliyorsunuz. Bir grup devlet büyüğü "buradan yol geçecek, canlılara yer yok" diyerek istanbulun göbeğindeki bir parktaki ağaçları kesmek istediler. Sonra ağaçları ve insanları sevenler "ne gerek var" diyerek karşı çıktılar buna. karşılarındaki polisler "biz ağaçları şayet kesilip kağıt yapılıp para olarak kullanılmıyorlarsa sevmiyoruz ve sizden de pek hoşlandığımız söylenemez" diyerek bu sevgi dolu insanları üzmeye çalıştılar.

sonra çok üzüldü ağacı seven insanlar. çok canları yandı. dostlarını kaybettiler veya dostları onları tek gözleri ile görmek zorunda kaldı.. elem en büyük mürebbiyedir derler ya büyükler, bir kez daha öğrendik ki biz bu acı ve keder içinde, birbirimizi dinlemeyi, birbirimizi anlamayı, dahası "eğer bir şeyler yapmazsak bunlara daha fazla maruz kalacağız" diye düşünmeyi öğrendik. 

işte bu düşünceler arasında bir parti çıktı. "gezi partisi" adında.. gezide olan, gazı solumuş, elini taşın altına sokmanın zamanının geldiğini düşünen ve hızlı hareket eden insanların çıkarttığı bir parti. hızlı hareket edenin altını çizmek gerek zira "gezi" ismi bir direnişin semboluydu ve bu kardeşler hızlı davrandı. 1-0 oradan öndeler zaten.

Pazartesi, Kasım 18, 2013

Aslinda hepimiz Nejat Uygur'un "Nesef'inden" çıktık

93 senesiydi. beyaz bir şahin arabada o doksanların kömür dumanlı gri bir ocak gününde, basmane garından sağa dönüp tepecik hastanesine giderken, arabanın arkasından kafamı çıkartıp babama sorduğum "sünnet olduktan sonra gülmeye devam edebilicem mi?" sorusuna aldığım cevabı belki babam hatırlamaz ama ben hiç unutamayacağım:

"insan gülmeden hiç durabilir mi uğurcum? tabii ki gülücez?"

ve biliyor musunuz? babam benim hayatimda çok az yanıldı..


Cumartesi, Kasım 02, 2013

Twitter Reklamları Üzerine


küçükken her pazar, hürriyet pazar ekinin en arkasında "oğuz aral" okurdum.. ara sıra,  bir karikatürcünün zamanında onu görmeye geldiğini, karikatürlerini ona gösterdiğini, onları kendisine benzettiğini çünkü hayatta kazandığı ilk parasını karikatür çizerek kazandığını söylerdi rahmetli oğuz aral.(ki dedesi olmayan bir çocuk olarak kendisini dede olarak görmüştüm bi süre.. sonra farkettim ki, gitsem cihangirde bunu bulsam "dede dede" diye sarilsam "siktir lan" diyip bi güzel de döverdi beni)

 o zaman çok büyülü gelirdi bu "sevdiğim şeyleri üretip, kendimce hiç emek sarfetmeden para kazanma" işi.. düşünsenize, içinizden gelen inanilmaz bir dürtüyle, ister istemez bir şeyler üretiyorsunuz, ki bu üretim süreci bir taşın yere düşerken düşündükleri gibi oluyor (yani tam olarak bence bir taşa "neden düştün" diye sorsan alacağın cevap "ya ne yapsaydim düşmeyip?" olacaktır) ve üstüne para veriyorlar.. inanilmaz büyülü bir süreç.. ykm'nin içindeki, oyuncak reyonunda geceleyin kalmak gibi bir mücize..