Pazartesi, Nisan 08, 2013

Emek sineması

tamamen barışçıl olarak, kendi kişisel tarihlerini, yaşadıkları şehrin tarihini korumaya çalışanların, dahası yaşanır şehri hala nefes alınır kılmaya çalışanların, yıkılmasın, mahvolmasın istedikleri bir yerin sokağına girmesine çalışmalarını bir olay olarak gören ve onların üstüne biber gazları ile tazyikli sularla saldıranların derdini yukardaki ilan çok net açıklıyor "küçük penisli misiniz? sessizlik içinde acı çekmeyin, gelin polis'e katılın"



bir kaç aydır italya'nin pisa adındaki eğik kulesinden ve argo kıyısından başka bir şeyi olmayan minicik bir kasabasında yaşıyorum. gündüzleri yerli halktan çok turisti var buranin.. ve gelip gören kimse "bi kulesi varmış yahu buranin" demiyor. zira 1900 yilindan beri işleyen dondurmacısı, minik pizzacılari, yıkılıp yeniden yapılmayıp da devamlı restore edilen binalarına bayılıyor millet.. herkes binaların balkonlarındaki yapma çiceklere bile bakacağım derken boyunları tutulmuş olarak dönüyorlar memleketlerine..

bir sinefil olduğum için sinemaya gitmeyi de ihmal etmiyorum burada. alt yazısız italyanca filmlerden çok bir bok anladığımdan değil ama orada o minicik sinemada olmak inanılmaz keyifli geliyor. ve ne zaman gitsem en fazla 20-30 kişi oluyoruz sinemada.. sinemanın ismi "lumiere" yani ışık demek.. büyük ihtimal sinemayi bulan lumiere kardeşlerden esinlenmişler.. 1890 civarinda sinema bulunmuş, hemen bu sinema kurulmuş gibi zaten..




pisa'nin her minik sokağı gibi, çiş kokan ve cidden 3 kişinin yanyana yürüyemeyeceği bir sokaktan ulaşılıyor bu sinemaya..



tek salonlu bu sinemanın doğru düzgün iş yapmasının, kendini döndürmesinin bizim türki ölçülerimizde hiç bir yolu yok.. hemen tabi "böyle merkezi yerde böyle bir yeri bara çevirsen ne para yapar" mantiği gelişiyor bizim küçük burjuva beyinlerimizde.. bunu söylediğimiz pisa'li arkadasların suratinda "neden?" sorusu beliriyor hemen. neden üç kuruş para için içinde büyüdükleri, ilk aşklarını kapısında bekleyip, film izlerken bir punduna getirip ellerini kızın omuzlarına attıkları, belki de ilk filmlerini izleyip ilk öpücüklerini yaşadıkları mekanı yıkacaklarını anlamıyorlar? bir kaç sene önce inanılmaz bir şekilde eskiyen sinemanın, nasil belediye tarafından organize edilen sinema günlerinde dolup taştığını, bir ay boyunda her gün pisalilarin bilet alip sinemayi doldurup yenilenmesine yol açtıklarını anlatıyorlar..

alışveriş merkezleri buradakilerin gözünde şehirlerine yerleştirilmiş birer tümör gibi görüyorlar. o yüzden de şehirlerinde alışveriş merkezi bulunmuyor. bizim minicik şehirlerimizde bile avm açılırken, burada 5-10 senelik gelirlere satmiyor kimse şehrin tarihini, anılarını..

insanlarımızın daha doğrusu parası olan muteahhitlerimizin çok şey öğrenmesi gerek buralardan..