Salı, Kasım 29, 2011

sükür halimize

http://www.goodfridayappeal.com.au/site/_content/image/00116448-image.jpg

şu anda saat 11 ve ben anca eve girebiliyorum.. sabah 7:35 de cikilan evden koca bir iş günü ve üstüne yapilan master ile ancak 23:00 de noktalandirabiliyorum.. bu master bittiği noktada geçtiğim yerlerde çiçekler solsun, kediler beni görünce tıslasin, varlığımı hisseden bebekler ağlasın istiyorum.. çektiğim acılar dışardan bile hissedilsin.. üstüne üstlük bir de ayak bileğim ağrıyor..

ama halimize şükür! dimi anne? halimize şükür..

ben küçükten beri hasta bir çocuktum. yani benim kendimi bildiğim yer izmir tepecik hastanesidir ve kendimi bildikten yaklasik 10 saniye sonra köftemi çalan yan yataktaki dombili çocuk yüzünden insanları bildim.. hayatın sana "ne oluyor?" demene bile izin vermeyeceğini, hemen köfteni çalabileceğini öğrendim.. ama işte halimize şükürdü..

nihayetinde sık sık hastaneye düşüyorduk, ama öyle çaresiz bir hastaliğim da yoktu. hastaneye düşüyorsam hep inşaattan atladığım için, top oynadığım için, fayans üzerinde yokuştan kayıp düştüğüm için düşüyordum.. oysa onları yapamayanlar vardı..

garip annemin küçükten beri beni avutma yöntemiydi bu işte.. "ya bak sen böyle hastaneye yatiyorsun ama ya septik maskuviliti hastaligin olsaydi? ya kuşböğürtene tutulaydın?" diye saçma sapan hastalıklar söyler, ben de "tabi ya yazık o kuşböğürtenli çocuklara!" diye kendi kendime kemalettintuğculuk yapar o çocuklar için üzülürdüm..

sonra farkettim ki annemin bahsettiği hastaliklar bildiğin milyarda bir olan hastaliklardi. kadın bildiğin "ender hastaliklar" kitabi bulmuş, 6 milyarda bir olan hastaliklari bana "ya fikibok cikaydi bi tarafinda?" diye kitliyordu.. 17 yasinin civan anlarinda isyan ettim gari "ya 6 milyarda bir olan hastalik niye bende olsun be anne?" diye çıkıştım.. ergenlik boktan bir şey.. çıkışmamak gerek öyle..

velhasil şu halimize de şükür. nihayetinde japonyada olup, radyoaktivite ile zehirlenip, ve aynı zamanda sigaramiz bitmiş de olabilirdi ve sırtımızın en ulaşamadığımız yeri de kaşınıyor olabilirdi.. ama işte şükür halimize..

Cumartesi, Kasım 26, 2011

haftanın şarkısı 76 : alla beni pulla beni (lounge)







fransızlar insanların nasil olduklarını sormak için "ça va" derler.. bize de muhtemelen fransızcadan geçen "nasıl gidiyor?" sorusunun daha bir kısası, sadece "gidiyor mu?" manasına gelen versiyonu..

anlamıyorum ben bunu. bir şeylerin iyi olmasi için, "gidiyor" halinde olması mı gereklidir? şahsen ben tüm bedbaht anlarımı giderken yaşadım. bir ankara yolculuğunda, bir izmir dönüşünde hep orta doğunun en bedbaht çocuğu gibi hissettim (ki bu sanırım gazzede kiz arkadaşından ayrılmış bir filistinli çocuğu kızdırabilirdi..)

ama tabi o giderlik hali, daha doğrusu bir şeyler yapma hali her zaman keyiflidir. oturduğun yerden riske girmeden, ne mutsuz olarak, ne üzülerek yaşar gidersin. oysa ki dağları delmenin, gök kubbeyi yerlere sermenin, yani o gidişin bir güzelliği vardir(ki dağları delerek gidiş apayridir)

tüm bu olayda mühim olan bir şeye, birine gidebilmektir.. karşında ne diyeceğini bilemeyen, ona gelmeni isteyen birisi varken, ve bundan incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler yüzünden vazgeçmeyecek biri varken ve bir şey çağırırken seni "alla beni" diyerek o noktada cevap verirsin..

+ça va?
-bien e toi?

Perşembe, Kasım 03, 2011

otobuste insanların yaptığı yosun sallanması

bu hareket otobüste halkin yaptigi bir harekettir(yemin etsem basim agrimaz).. daha açıklayıcı olmak isterdim, veyahut turk dil kurumunun bu hareket için bir ad bulmasını isterdim ama yok efendiler..
bu hareketi şöyle aciklayabiliriz kisaca; otobuste ayakta dikilen insanlar otobusun her salınımında sanki denizin bilmem kac fersah altındaki yosunlarin her gelen akintida hep beraber salinmalari gibi salinirlar..

ben ki otobuste kulaklik takip etrafa bakinmayi seven bir insan olarak bu hadiseyi feci komik bulurum. beatles calar o sirada kasetcalarim "words are flowing out like endless rain into a paper cup"" verdim mi film hissiyatini, verdim mi romantik adamim mesajini.. oh bebek..

gecenlerde amcamin biri garibim uyuya kalmis olacak ki otobus tam hareket ederken ayaklandi "hohoyt arkaeeaaeee kapiieaa" diyerek o kalabaligi yarmaya giristi.. işte o sirada kayip balik nemo filmi aklima geldi.. yosunlari yararak ilerleyen nemo misali seslendirmek istedim otobus belgeselimi

şu şekil yosunlar gibi


"otobuste uyuyania domesticus hayvani bazi durumlarda telasa kapilarak hizlica hareket etmek ister.. işte o durumlarda yosunlari bu denli yararak ilerler"

discovery felan sifresiz olmadan evvel bayila bayila izlerdik hep.. artik bunlarla idare ediyoruz..

fakat ani bir fren olsun, hizli bir kalkis olsun veya yasli bir teyzenin teror estirdigi durumlar olsun bu yosun durumu pek gozlenilmiyormus arkadas.. ben bugun bunu farkettim.. daha cok fön makinesi ile saclari kuruturken saclarin verdigi salak tepkiler gibi bir tepki aliniyor insanlardan..

hele ki bazen isyankar yosunlar, pardon insanlar tarafindan "oha be sofor kardesim oha" diye tepki verildiginde, hakli olarak bu huzurlu salinim bozuldugunda dort gözle olacaklari izlemekte yarar var
ayakta yolculuk eden adam fotosu aradim ama bu daha über.. ayakta uyuma aparati yapmis abla. dikmis uyuor. hey masallah..


bu konu hakkinda lars von trier in "dalgalanma: otobüste yasanan dehset" adli bir film cekmesini bekliyorum. kadraja sigdirirsa insanlari, bu defa bari sigdirirsa cok sevinecegim.. lars von trier e prim verenlerle konusmayacagim bundan sonra lan.. ben 8 yasinda biraktim elimde fotograf makinasi veyahut kamera varken kadraj disinda vucut uzvu birakmayi.. laf lafi acti bak yine..

Salı, Kasım 01, 2011

haftanın şarkısı 75 : da troppo tempo






foto, theodore roosevelt 'in günlügü.. karısının öldüğü gün yazdığı günlük yazısı..