Salı, Ekim 18, 2011

haftanın şarkısı 74 :aylin prandi - la bambola





italyanca'da garip bir hava var. söylediklerinden tek kelime anlamiyorsun ama sanki devamli "ya ama söylüyorum söylüyorum yapmiyorsun!!" tonlaması ile söylüyorlar. devamli bir hayal kirikliği içinde dil.. zaten bu şirin italyan filmleri neticesinde anlattıkları tüm şeyin "küçükken çok mutlu bir çocuktum" veya "eskiden aşk nedir bilmiyordum" tarzı şeyler olduğunu düşünüyorsun.. yani tüm bir italyanca dili hayal kirikliğini ve nostaljiyi ifade etmek için kurulmuş bana göre. başka bir şeyde anlamını kaybediyor dil.. "sayborglarin dünyayı elegeçirmesi durumunda foton silahlarimizi alacağız" gibi bir cümleyi ben bu dile konduramiyorum mesela.. olmaz eğreti durur..

velhasil bu haftaki sarkida yukarda anlattigim tüm temalar bulunmakta.. bi kere kızcağız aşık olmuş, ama herif bunu oyuncak bebek gibi görmüş, oynamış kırmış.. kız da şarkının başında aşkın verdiği şevkate sahipken, ortasında "allah belanı versin pis herif" dercesine deliriyor dikkat ederseniz.. erkek milleti değil mi! italyan da olsa pezevenk!

ha bu arada şarkıyı söyleyen aylin prandi.. kendisi türk değil.. aslında şarkıyı en güzel söyleyen de değil bana göre.. farklı yorum almak isterseniz şurada : http://www.youtube.com/watch?v=6J3CCHTic9w hoş bu yorumda da "alkolik oldum senin yüzünden, nafakayi viskiye yatiriyorum" ses tonu var..

Salı, Ekim 11, 2011

dünyanın en kıyak 5 işi

yorgun bir günün ardından eve dönerken insanın aklına düşmüyor değil "hem sevdiğim işi yapiyorum hem de ayın birinde maaşım tak diye hesabıma yatıyor" tarzı konuşabilmek.. bu bağlamda bence dünyanın en kıyak işleri şöyle

1. spor salonu eğitmeni:

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiD5J_fJax6F7p7gRnlzywzecK0ly61-MEepTyK0IqNu4d1aKbyM0VGMexO9h-NTSGrLh-vPt2lfZHVY3CClSqCm9t_uf64aIn2GJGm0sG9Kymn5ugqLiDhdUS7dUmsn-MhL8aPJcPDbTS6/s1600/You+desire+to+be+a+Fitness+instructor.jpg
(gerci biraz pornografik bir iş)

çok netsin. etrafta dolanıp yeni gelen insanlara "senin biraz kilo fazlan var önce biraz yürüyüş yap, kardiyo yap sonra sıkılaşmak için düşük ağırlık çok tekrar".. sonra aynen dolanmaya devam. bu dolanma da kırkpınar güreşçisi gibi devamli bir peşrev halini alabilir. eller yanda gogus disarda göbek içerde "hayde bismillah" diyip kollari sallaya sallaya.. böyle böyle tüm bir hayatı klişeler ile geçiriyorsun.. üstüne bir de istediğin zaman spor yapabiliyorsun.. devamli idmanlı olduğundan hiç değilse ekipmanları kullanırken maymun olmadığından etrafina "ehehe komikler" diye de bakışlar atabiliyorsun.. ve en güzeli de iş kiyafetlerin bildiğin eşofmanlar.. enfes..

2. defilelerde mankenlerin kiyafetlerini giymesine yardımcı olan terzi yamağı

http://www.limcollege.edu/gallery-images/1.9.5.1_DressingRoom.jpg

michael: iş buldun mu peki?
viktor: evet.. bir moda evinde mankenlerin kiyafetlerini giyip çıkarmalarına yardımcı oluyorum.
michael: vay çok iyi iş.
viktor: işte haftalık 50 frank
micheal: çok değilmiş ama her neyse işin olması önemli.
viktor: elimde avcumdaki buydu.. haftada ancak 50 frank verebiliyorum..

"what's new pussycat" filminde woody allen aynen bu dialogu izlettirir insanlara.. ben daha ne diyeyim daha ne söyleyeyim?


3. casillas'ın yedeği olmak

http://i.telegraph.co.uk/multimedia/archive/01769/real5_1769824b.jpg

real madrid'in en kıyak adamının, ne yaparsa yapsın yeri dolmayacak adamının da bir yedeğe ihtiyacı oluyor. sonuçta bazen işi çıkabiliyor bu insanın.. ne bileyim bankaya gitmesi gerekiyor, dişçi randevusu oluyor. işte o zamanlar için kendisini yedekleyecek bir insana ihtiyaç var..

casillas'ı kaleden kesme gibi bir derdin olmayacağı için çok net bir şekilde kulubede oturup çayını içip en klas yerden real madrid maçlarını izleyip, üstüne bir de maaş almak.. oh bebek..

4. film test izleyicisi.

http://videogum.com/img/thumbnails/photos/paranormal_activity_audience.jpg

böyle bir meslek var. film vizyona girmeden önce alıyorlar seni bir salona, izletiyorlar vizyona çıkmamış filmi. sen de yazıyorsun "yaşar ustanın patrona konuşması çok etkileyiciydi" falan diyerek.. tak yevmeyeni de alıyorsun. senin artık görüşlerine göre filmi değiştirirler mi, yeniden mi çekerler orası seni ırgalamıyor. sen filmi izlediğine bakıyorsun. ha çok mu uykun geldi izlerken, film çok mu dandikti tak uyuyuver sonrasında "bi bok anlamadım, uykumu getirdi film" de.. yemin etsen başın ağrımaz..

5. deniz feneri bekçisi..

http://www.lighthouse.net.au/lights/SA/South%20Neptune%20Island/Neptune%20Island%20Keeper%20naa%201.jpg

bir internet, bir battaniye ve şu sıcak saatlerde sedat'ın bindiği pikapin varsa inanılmaz bir iş.. tüm gün netten film izle, maasini almak, ne bileyim sarap falan almak icin bas git en yakin yerlesim birimine, hop çek maaşı al şarabi dön.. otur yine.. arada bir bak ampul yanıyor mu diye.. bayramlarda falan "valla bizim iş 24 saat hiç ayrilamiyorum başından" diye de salla.. oh ne ala memleket.. bir de üstüne "fener parası" denen bir şeyi tahsil etsin devlet gelip geçen gemilerden..

Pazar, Ekim 09, 2011

haftanın şarkısı 73 : charles aznavour - les plasirs demodes







bunu bilmiyorsaniz bir kez daha soylemek gerek sanirim; "hiç bir şey filmlerdeki gibi olmuyor". yani mesela hiç bir araba bir robot'a dönüşmüyor, veya hiç bir kimse rüyasindaki katil tarafından öldürülmüyor.. ama tabi en önemli nokta "hiç bir şeyin sonu mutlu olmuyor"..

ve bir de şey var, mesela filmlere cekilmiş bir sevdanin asla hükmü geçmiyor.. asla yok olmuyor selvi boylumla al yazmalimin aşkı, bugun değiş yarin değil ama bir gün mutlaka paris onların oluyor.. ve gerçek hayattaki pişmanlıklar, gercekten sevmeler hiç bir zaman filmlerdeki gibi kabullenilmiyor..


mesela özele ineyim size.. yukardaki filmde.. tarik bildiğin evi tavuk kümesine çeviren bir tipken, yani en güvenilmezlerindeyken tiplerin, birden gülşen'i görüyor.. orada başlıyor film gerçekten.. gülşen dediğin soğuk nevale.. tarik'a zerre yüz vermiyor.. ama ellem ediyor tarık, kallem ediyor çalıyor kızın gönlünü. ama serde eşeklik var ya, uyuyor filmin ortasinda şeytana. yapiyor bir eşeklik. ama sonrasında köpek gibi de pişman oluyor. bir kere görünce onu, kokusunu alınca bir köşe başında aklı başına geliyor. hop atlıyor kızın evinin önüne, yağmurun altında dineliyor, gülşen yukardan bakıyor, baktıkça anlıyor tarık'ın pişmanlığını, eşekliğinden nasıl mutsuz olduğunu ve değişmeye onun olmaya nasıl hevesli olduğunu.. gülşen bakıyor yağmur yağarken penceresinden tarık'ın ıslanmasını görüyor.. yağmur damlaları çoktan tarık'ın kalbine yağdığını farkediyor sonra affediyor işte, sarılıyor gidiyor film..

reelde olanı söyleyeyim ben size.. kız asla eve gelmiyor.. ve tüm bu yağmurda dinelmeler, demode sevda olarak kalıyor.. charles aznavour'un şarkısında dile getirdiği gibi. (bir de sabahında 40 derece ateş olabiliyor)