Cumartesi, Eylül 25, 2010

haftanın şarkısı #57 Dinah Washington - I won't cry anymore





Şunu net olarak kabul etmek gerekirse, hayatta kimse Tuncel Kurtiz gibi ağzını her açtığında dolu şeyler sarfetmiyor ve her uyandığımız gün efsanevi olmuyor.. Mesela eminim ki "Auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır" diyen Adorno, hayatının çoğu haftasında "Usta köfteler ne oldu bizim" diyerek geçirmiştir.. Veya "Eğer bir insan, diğerini terketmeseydi müzik olmazdı" diyen adam "10 liranın üstü gelmedi yalnız" diye çemkirmiştir bir noktada..

Velhasıl insan hiç bir zaman aynı seviyede kalamıyor. Zaten kalmasının manası da yok. Zaten bence bu bir insanlık hakkı olmalı. Anayasada falan şu şekil maddeler olmalı

"Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.

Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.

Herkes bir noktada, "Sikerler abi, yetti artık" deme hakkına sahiptir"

Dinah'da bu hakkı sonuna kadar kullanıyor işte, I won't cry anymore şarkısında.. Fallout, Book of Eli ve türevi kıyamet sonrası ortamı nakşeden filmler/kitapların bize kattığı "50lerin cızırtılı jazz şarkıları yalnızlığı, her bi bokun kötü gidişini anlatır" hissiyatı ile hem de..

Cuma, Eylül 24, 2010

Tüm Boktan İşler Eylül'de olur





Yeni açılmıştı okullar. Hazırlık yeni bitmiş orta okulun ilk sınıfında ilk kez o hafta bayrağa "korkma sönmez" diye sesleniyorduk okulun bahçesinde. Örgün eğitimimin (bu örgün kelimesine de ne takılmıştım bi aralar.. Atatürk mü örmüştü eğitimi? niye örgün bir tavırdaydı?) ilk haftaları acıyla doludur benim için. Çünkü tüm yaz boyunca evde oturan biri olarak, ilk hafta annemin gözetimi dışında gereksiz bir hayvanlıkla oradan oraya koşturabiliyordum. Eh bana getirisi de hastaneye yatmak oluyordu bu salak eğlencenin..

14 sene evvel bugün, yani Zeki Müren'in öldüğü gün İzmir Tepecik Hastanesindeydim. Tüm çocuk servisinde herkes alıyor, olayları idrak edemeyen 6 yaş altındakilerse millet ağlıyor, eksik kalmayalım düşüncesi ile ağlıyorlardı. (çocukların ağlamasının yüzde 20'si kıskançlık yüzünden, o ağlıyorsa ben de ağlayabilirim, demek yüzündendir)

Tepecik hastanesinin, 5. kattaki çocuk reyonu her hastane gibi yanyana onlarca odadan oluşuyordu. Ama kimin aklına geldiyse, o odaların arasında bir duvar yoktu. Yerine kocaman bir cam vardı. Mahremiyetin olmadığı bu durum, yatağından kalkamayan iki çocuğun camın arkasından birbirleriyle küfürleşip cama yumruk atmaları sonunda bitti. Camlara silme boya atılmış, artık yarısı beyaz boyalı birbirimizi göremediğimiz camlarla kaplı odalarımız olmuştu.

Ama işte Zeki Müren'in öldüğü gün camlarda daha boya yoktu ve 100 metre ilerden insanların Zeki Müren'e yas tuttuklarını görebiliyordunuz. (Hoş ben o sırada annemin sandviç getirmesini bekliyordum)

Toplu bir mutsuzluk hasıl olmuştu tüm hastaneye, ve belki de tüm Türkiye'ye.. İnsanlar kendilerini aşık eden, aşklarına arka plan olan, hüzünlerine, mutluluklarına müzik veren adamın gidişine ağlıyorlardı. Hiç tanımadıkları hiç görmedikleri, hiç canlı izlemedikleri birisini hayatlarına almış, hayatlarını onun varlığı ile meçhullükten uzaklaştırmış, özelleştirmişlerdi.

Ama işte hayat size kattıklarını geri almak üzere programlanmış. Çok mutlu oluyorsanız, illa ki bir gün üzülüyorsunuz. Doğuda (çok doğuda) ying yang diyorlar mesela buna, biraz yakında karma, sonra batıda bir sevdiğim şair "mutlu aşk yoktur" diyor. Çünkü herkes biliyor ki bizi çok mutlu eden şeyler, aynı zamanda bizi üzmek için kurulmuş saatli bombalar.

Memleketin ve benim kişisel tarihimde eylül hep boktan şeylerin olduğu bir ay olarak yer ediyor. Hayat 11 ayda verdiği tüm güzellikleri, sanki Eylül'de hasat ediyor.. muhtemelen aynı şeyden müzdarip birisi çok uzaklarda "beni Eylül bittiğinde uyandır" diyor..

Pazartesi, Eylül 20, 2010

Yılmaz Güney Üzerine


sona söyleyeceğimi başta söyleyeyim: her şeyi siktir edin, bugun burada bu internet ortamında, bloglarda, gazetelerde umarsızca ona buna laf atabiliyor, kardeşiklikten eşitlikten bahsedebiliyorsak yılmaz güney ve onun gibiler yüzündendir.. onların çektikleri her çile, yedikleri her dayak, uğradıkları her işkence bizim özgürlüğümüzün bir parçasıdır..


yılmaz güney'in sahip olduğu yüreğe sahip olmayan ama tüm hayatı boyunca onun hareketlerini taklit eden, onun yaptıklarını yapmak isteyen bir grup doğulu bırakmıştır geriye.. sanırım başımıza musalla ettiği yılmaz erdoğan, ibrahim tatlises gibileri kendisi de tasvip etmezdi.. bugun yılmaz güney'in duvar filmini çekerken, filme alınmış film arkası görüntülerini bulun (youtube da var) açıp izledikten sonra bir kez daha düşünün ardında bıraktıklarını.. hep kaçak dövüşenler, seslerini bu devirde dahi yılmaz güney kadar çıkartamayanlar ne haldedir bir bakın..

keşke hareketlerini taklit edeceğinize, yüreğini taklit etseydiniz yılmaz güney'in.. yıl 2010 ama hala ve hala hiç bir türkiye vatandaşı yılmaz güney kadar bağıramamıştır "özgürlük istiyoruz" diye..



bir tek dandikliği var bana göre (haşa ben kimim bu noktada ama işte yürekten geçirebildiğimizi söyleyebiliyoruz burada) kendisini "asimile edilmiş kürt" olarak görmesi.. belki şimdi yaşasaydı, globalizmin doruğunu hissedebilseydi, can dostu tuncel kurtiz'in özel televizyon dizilerinden ekmek yediğini görseydi anlardı.. hepimiz asimile edildik yılmaz güney, batılılar tarafından, kuzeyliler tarafından asimile edildik.. onların icatlarını, onların sanatlarını, onların dillerini kullanırken kürtlük mü kaldı, türklük mü kaldı allah aşkına? asimile olmasak varolabilir miyiz bu dünyada?

biz ki aç kalmamak için kendi doğululuğumuzu, güneyliliğimizi koy vermişiz, açlıktan ölmemek için, onurlu yaşayabilmek için, insan gibi yaşayabilmek için onlar gibi çalışmaktan ölmüşüz, asimilesi mi kalmış yılmaz güney? bugun kürtçe eğitim için boykot yapanlar, kürtçe eğitim aldıkları için iş bulabilecekler mi doğru düzgün bir kuruluşta? bırakın kürtçeyi, türkçe eğitimin bile geçeri var mı bu zamanda? ingilizce bilmeyene doğru düzgün iş verilmezken ne asimilasyonu?

velhasıl yaşa varol sen yılmaz güney.. sana ızdırap çektirenler, gurbette ölmene neden olanlar unutulup gitse de sen sonsuza dek yaşayacaksın ülkemin özgürlüğünde..

YILMAZ GÜNEY FİLMLERİ

Cumartesi, Eylül 04, 2010

haftanın şarkısı #56 Hümeyra - Geceyi Neyleyim




Nasıl oldu, nasıl buralara geldik bilmiyorum ama eskiden pop müzik bu kadar kaliteli yapılıyormuş bu ülkede. Hala bu tarz enfes müzikler yapan var Julide Ateş, Birsen Tezer gibi ama hiç biri zamanında Hümeyra'nın yaptığı müzik gibi populer değil. Sözler desen ayrı, müzik desen apayrı güzel. Ve kanımca Hümeyra ise o zaman da güzelmiş, hala güzel..



Sevgili Hümeyra, İnsanın içini sızlatan bir şey var bu şarkılarda. Ben üşüyüp duruyorum, gönlüm acıyor. Gençliğimizden, aşklardan söylüyorsun. Ne olmuşsa olmuş, hepsi kırık, sönmüş hayaller gibi duruyor. Sesin ve çalgılar o kadar diriyken üstelik ... Sevgili , biricik Hümeyra, seni çok özlemişiz. Sanki sustun; uzaklaşıp gitmiştin. ''Göçtü gitti'', ''çekti gitti'', ''çıktı gitti'' diyorsun ya, biz de özlemişiz Hümeyra'yı. Hayatımızdan kaçıp gitmiş gibi yaptın. Bir daha sakın yapma. Bundan sonra hep bizimle ol; şimdi yaptığın gibi sanaat sanat gözüyle bakılabildiği günlerden söz aç, dilersek, o günleri andırır güzel, anlamlı günlere açılabileceğimizi hep söyle. Söz ver Hümeyra!

Selim İleri