Cumartesi, Ocak 31, 2009

Dandik bir adamım..

Günlerdir uykusuzluk çekiyorum.. bunun nedeni de üst kat komşumuz..

üst katimizda bir kadin yasiyor yaklasik 10 senedir. nevi sahsina munhasir bir kadin. yanniz bundan 15 sene once falan genel evden emekli olmus. 60 larinda bir kadin. hala dogum günlerini pubda falan kutlar eski iş arkadaslariyla.

gariptir de biraz manyaktir güvenmez kimseye, bir gün acaip samimi oluverir sonra kendisine yamuk yapildigini düşünür konusmaz olay cikartir.. sesi de kart neticesinde. mesleki deformasyon gibi bir şey olmali..

işte bu cok afedersiniz eski orospu gitmis kendisine bi duvar saati almis.. boyle gonglu falan ve bu saat her saat basi caliyor abi.. 2 gün oldu. dün caldi boyle uykumdan uyandim.. sanki ingiltereye gitmisim de bana "kusura bakma ya tüm oteller dolu sana bigben'in altina yer yatagi yapicaz" demisler gibi oluyor.. bu ne anasini satiim.. saat 4 uyuyamiorum saat basi strese girdim..
direk benim evde vuruor sanki saat.. öyle böyle diil. dün bi ara "ulan bu kari benim eve mi kurdu saati" diye düşündüm de evi arastirdim. ama yukarda evet kesinlikle yukarda..

duman avcilari sigarayi yasaklayacagina bu tarz saatleri yasaklamali bence "gonglu saat alan eski orospu avcilari" gibi bir orgut kurucam... yemin billa ediorum..

bu uykusuzluk nedeniyle sanırım salak işler yaptım az önce.. zoban "futbol yazılarını bir başka blog'a topla" diyince futbol yazilarini direk yine çekirdekçi tayfa a taşıdım. taşırken, oranın templateini değiştireyim derken buraninkini değiştirmişim.. baştan bissuru resimle mesimle uğraşamadim.. yavaş yavaş olur onlar..

küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden, ve güzel kızların yanaklari ile dudaklarinin kesiştiği yerden öperim. hell yeah..

Cuma, Ocak 30, 2009

Erol Büyükburç Başbakan Olsun


Tayyip Erdogan'in Davos'taki performansını "bana az söz verdiniz, ben türkiye cumhuriyetinin başbakanı recep tayyip'im" tavrını erol büyükburç'un çılgın dans programindaki tavrindan çok farklı bulduğumu söyleyemeyeceğim.. bugun tayyip'in arkasında duranlar, o gün niye erol büyükburç abimizin yanında durmadı? hiyakar işte insanoğlu.. ha tabi tayyip hamas'a "o gül dudaklarını öpeyim öpeyim öpeyim" demese iyiydi be.

ama merak ettiğim bir şey var. tayyip çıkıp da "konuşma len!" diyip koysaydi kafayi, "lolo yapma bana, bana lolo yapma" deseydi çıkarsaydi emaneti "peres.. anama küfretmişsin. niye ettin anama küfür?" diye kavga aransaydi da saplasaydi baldirina kelebeği, uluslarası hukuk napardi? var mı bunun cezasi? bir devletin basbakani diger devletin liderini bicaklarsa ne olur? sanırım uluslarasi hukuk dururdu.. afallardi bi.. ada basini manset atardi "siçtiniz uluslarasi politikanin içine!"

Perşembe, Ocak 29, 2009

Kadife Cinayet

şu vanity fair katalogu inanilmaz ilham verici.. bir film noir yazdirdi bana hatta

Kadife Cinayet



kavurucu sıcağın olduğu bir temmuz günüydü. penceremin açık olması içeriye sıcak havayı sokmaktan ve şehrin, metrelerce aşağıdaki şehrin gürültüsünü odama taşımaktan başka bir işe yaramiyordu. vantilator'un pervaneleri çalışmaktan yorulmuş gibi dönerken önce içeriye kokusu geldi.. ve her bir topuk sesinde daha da artan o koku, birazdan olacaklarin habercisi gibiydi. ölümün ve kasvetin kokusu ancak bu kadar güzel olabilirdi.

"pardon siz, özel ajan azuth caulfield misiniz?" diye sordu sarisin kadin. koltugumda, şehre inen tüm sıcağın üstüne doluşması ile terden sırılsıklam bir şekilde otraun ben, omuz askilarim ile oynamaktan başka yapacak işi olmayan ben afallamıştım. kırmızı ruju, sarışın saçları ve yeşil gözleri ile odamda bir kadın belirmişti ve ben ne diyeceğimi bilmiyordum. "pardon konusmayi biliyorsunuz" dimi diye ekledi.

"ah evet benim, buyrun niçin acaba siz?" diyebilmiştim ancak. "sanırım kocam beni aldatıyor. bunun için sizi tutmak istiyorum. elimde kesin kanıtların olmasına ihtiyacım var" diye bir çırpıda anlatmıştı olayı. ben ise yeşil gözlerine bakakalmıştım.

kisa bir konuşma oldu ama her şeyi anlattı bana. bayan willmore 27 yaşındaydı ve 2 senelik evliydi. kocası da şehrin sayılı müteahhitlerinden birisiydi. yani parası vardi. ama ne genç ne de yakışıklıydı. bayan willmore onda başka şeyler buluyor olmalıydı. eh o bulduğu şeylerin de yeşil olabileceğini tahmin etmişsinizdir..

hemen eşyalarımı toplayip bayan willmore'un ardindan ofisimden ayrıldım. nerelerde takilirdi bay willmore, neler yapardi ögrenmem gerekirdi. belediye encümeninde de görevliydi ve belediyenin yapacagi yeni binanin muteahhitligini almisti. cok büyük bir projeydi bu ve milyonlarca dolar kazanacakti bay willmore.. ofisi şehrin merkezinde, etrafindaki binalardan nispeten kısa kalan bir binadaydi. kapisinda bir arabada beklemeye başladim..

bir iki saat sonra, bay willmore kapidan çıkıp arabasına binerek uzaklaştı. hemen peşine takıldım. evlerinin nerede oldugunu biliyordum. 67 southampton caddesi. ama bay willmore oraya gitmiyordu. ah yakalandiniz beyfendi metresinize gittiğinizi belgeleyeceğim işte şimdi. sanırım kolay para böyle bir şey..

sanırım takip ettiğimi farketmişti ama. allahim 5 senedir bu işi yapiyordum ama bir şekilde doğru düzgün takip etmeyi beceremiyordum. ben de biraz uzaklaştım. gözden kaybedecek kadar neredeyse.. ki neredesi yoktu artik. şehrin varoşlarında kaybetmiştim bay willmore'u.. 20-30 dakika oralarda dolanmıştım ki sonunda buldum kendisini.. yanında bayan willmore vardi. yagmurda dışarıda sanırım kavga ediyorlardi.

birden bire nasil olduysa bilmiyorum ama bayan willmore cantasindan bir tabanca cikartip bay willmore'u öldürdü.. tüm para kazanma şansım yok olmuştu.. ve dahası o heyecan ile kaza ile kornaya basmistim ve bayan willmore beni farketmişti. hemen arabayi calistirip, saklanip olay yerinden uzaklaştım..

bir gün sonra ofisimde gazeteleri okurken mansetten şu haber ile karşılaşıyordum.

"şehrimizin şeçkin iş adamlarından bay theodor willmore, dün akşama doğru 25. caddede öldürüldü. polis bay willmore'un olaydan evvel kaleme aldığı "sanırım bir araba tarafından takip ediliyorum" notunu incelemeye aldı"

kahretsin orospu! suçu üstüme yıkmak istiyor....


-devam edecek-

film noir


foto vanit fair dergisinin 2007 için yaptigi bir calismadan. film noirlere selam cakmislar. christen durst birilerini öldürüor.. arkada siyah cadillac.. buyrun calismalar için.. anne leibovitz'e tüm insanlık olarak teşekkür etmeliyiz bi ara..

Kuzey Kıbrıs'ı tanımak


"cumhurbaşkanımız şu an nerede" konulu "çok da lazimdi" ayarinda bir uygulama yapmaya karar vermiş cumhurbaşkanlığı.. cumhurbaşkanlığının sitesinden bir yere tikliorsun google maps açılıyor, orada forsu neredeyse cumhurbaşkanı orada oluyor.. üstüne çip takmislar abdullah gül'ün bıyıkların hemen altına.. afyon'da sucuk yese gözüküyor o derece..

mamafih kuzey kıbrıs'ı tek parça, bölünmez yekpare bir mermer olarak göstermişler. millet buna tav olmuş.. "karlofçadan beri kazanılan ilk ve tek toprak parçası" olarak gördükleri kıbrıs'ın o denli bir yekparelik içinde bulunmasina anlam verememişler.. dünya'nın tanımadığı kıbrıs'ı bir biz tanıyoruz diye google maps'in de iki parçalı olmasını istemişler

bu tanımama hadisesi garip biraz.. yaklasik 13 yasima kadar anlayamadigim bir hadise bu..salak olmam bir yana benim diyen insanin anlayabilecegi bir durum degil bu...

tanimanin tanimini yapmak gerekirse diplomatik olarak tanimak demek bagimsizligini kabul etmek demekse ve orda nerdeyse sahilden gorebilceginiz bir ada varsa ve onlarin kendi bayraklari varsa nasil oluyorda oluyor kimse bu ulkenin varligini kabul etmiyor sorusu genc bunyeleri depresyona sokabilir..

sahsim adina ben kucukken peter pan masalini okurken peter panin ulkesini kibris turk cumhuriyeti zannederdim..bir nevi neverland bir nevi olmayan ulke..hey be..hatta sezercik kucuk mucahit filminin bir peterpan uyarlamasi oldugunu dusunmustum..salakmisim iste..

neyse efendim sonra bunun boyle olmadigini anladim tabii..tanimanin benim bildigim anlami ile tanimak olmadigini yukardaki anlamda bir tanimi oldugunu ogrendim..hayatimin en kötü günüydü o gun..peter pan yoktu..iyi ki noel baba var ama..

Jeremy Bentham


bugun bir azuthsam bugun bir dedikleri okunan insansam bunun en ufak bir noktasinda jeremy bentham'in rolu yoktur..

kendisi 19. yuzyilda ingilterede yasamis favorileri cenesine kadar yasamis hem filozof hem mimar hem de ekonomist bir abimizdir. faydacilik konseptini bulup bize nurtopu gibi bir marjinal fayda terimi armagan etmistir.. hemen anlatayim. simdi mesela siz uzun zamandir sevismiyorum beybi konseptinde dolaniyorsunuz.. ilk sevistiginiz insanla hemen sonra ikinci sevistiginizde alacaginiz haz... lan ne diyorum ben klasik ornek vericem..

simdi mesela cok susadiniz coldesiniz.. bedeviler ile munakasaya girdiginizden size su da vermiyorlar "hani o buyuk allahin vardi gelsin sana su versin hahahah" diye gülüyorlar.. iste nasil olduysa su buldugunuzda ilk bardakda supper keyif alirsiniz.. fakat 10. bardagi icemez 11. de kusarsiniz hatta.. iste her bir bardagin sizin susuzlugunuzu azaltmadaki etkisine marcinal fayda dioruz.. yani aslen bentham demis..

bentham in bir dier zamazingosu ise buldugu sehir planlamasi, hapishane planlamasi yontemidir.. bir daire etrafina cizilmis hucreler ortadaki avluya acilirlar.. ortadaki avlunun ortasinda da bir gozetleme kulesi vardir.. o kulenin sahibi hapishanenin sahibidir.. mahkumlar kuleye bakacak ama icerdekileri goremeyeceklerdir boylelikle tüm gün gozetlendiklerini sanacaklar kimseyi oldurmeyeceklerdir.. modern toplumlarin islahi da bir nevi bu yontemle olur.. o sokaklardaki kameralarin amaci tamamen buna yoneliktir.. vesaire vesaire..

bu arada fotodaki bizzat jeremy bentham.. öldükten sonra mumyalatmiş manyak kendini. koydurmuş üniversitenin öğrenci işlerine.. öğrenci belgesi almaya gidiorsun yanda jeremy bentham. orda o.. demirbaş. sirtina daksille yazmislar demirbaş numarasini..

Çarşamba, Ocak 28, 2009

Osho


bu hacı amcanın bayiliyorum kendisine.. bir sekilde dertsiz tasasiz, parali batili genclere hinduizm i, dogu felsefesini anlatmis bu yolda san sohret para ve kadin yapmistir.. hadisesi tamamen dil bilmesi üzerinedir. ha yanlis yalan soyler soylemistir demiyorum elbet dogrudur dediklerinin neredeyse cogu ama "osho mükemmel" diyip de konusanlar bir sekilde ondan baska alinti yapmayarak dogu felsefesi üzerinden fikir yürütenler eminim ki ayni zamanda evde yemek pisirmeye üsenip devamli disardan lahmacun soylemektedirler..

dedigim gibi uzaktan kumandali dogu felsefesi yapmak isteyen batili genclere uzaktan kumanda olmus doguyu direk ayaklarina getirmistir.. kendisinin tipinin de bir sekilde aczimendi şeyhine benzedigini belirtmeden gecemeyecegim.

her neyse yine de hippiler sonrasinda ve hatta john lennon sonrasnda bosalan uzaktan spirituel dogu sevgisi koltuguna parasiyla adaylar oturtmustur..

dostlarim cok merakliysaniz dogu kültürüne ki mükemmel bir seydir. alin cantanizi cok bi para degil vize işlemleri hindistan ha zor da degil. gidin bakalim. felsefesini sevmeden önce kokusunu sevin bir, ganj a igrenmeden girebiliyor musunuz ona bakin bir ne bileyim otobus yolculugunda yaninizda oturan adamin tavugunun sizi gagalamasini sevin bir, sicagini sevin bir, yagmurunu sevin bir.. sonradan kendi felsefenizi olusturuyorsunuz zaten soho'nun disaridan gazlamasi olmaksizin.

ama bana cok samimi gelmiyor insanlarin yatastan aldiklari yataklarda yatip, bira icmek icin 5 dk lik bakkala gitmeleri gerektigi bir ortamda, internetten manita düsürebildiginiz bir ortamda cikip "boş zihin tanrının çalışma atölyesidir" demek..

özenti olmayin.. sevmez özentileri tanrı.. (ve masturbasyon yapisinizda her bir seferde bir kedicik ölür)

Prosopagnosia


Aslen bir kıta ismi, dünyanin geçirdiği çağlardan biriymiş gibi gelse de, prosopagnosia dünyadaki en ilginç ölümcül olmayan hastaliklardan bir tanesidir.. yüz körlüğü olarak özetleyebiliriz.. insanlara bakiyorsun, ama onun kim olduğunu sesini duymadan ayırt edemiyorsun eğer bu hastalığa sahipsen.. anneni babanı falan uzaktan, hatta yakından çıkartamıyorsun.. garip..

otun bokun mitolojik bir hikayesi varken boyle sahane bir hastaligin kendi oykusu olmamasi beni derinden yaraliyor.. arastirdim taradim.. dionysos karismistir dedim, athena ellemistir cobani dedim ama yok oglu yok.. bir yunan bu hastalik hakkinda bir efsane uydurmamis.. uyuma hastaligina bile bin türlü hikaye üreten kucuk asyali dostlarimiz bunu es gecmisler.. yaziklar olsun..

ben simdi 3000 yillik ayibi ortercesine bir mitolojik hikaye yazmak istiyorum bu sahane hastaligimiza..

prosopagnos sakiz adali bir balikcidir.. bir gün urla ile sakiz adasi arasinda avlanirken, agina bir balik yakalanir.. baliga baktigi anda gozleri kamasir. çok ama çok güzeldir balik.. eline almak, tutmak için uzandiginda balik dile gelir "parosopagnos. eger bana dokunursan, ki ben poseidon ile demeter in kizi despoinayim, sevdiklerini bir daha goremezsin" der.. inanmaz buna diomedes.. eline alir baligi.. oracikta susuzluktan can verirken despoina, bu olayi goren poseidon diomedes'i kizinin soyledigi sekilde lanetler..

sakiz adasindaki evine, elindeki baligi herkese gostermek icin donen prosopagnos, tüm kasaba'nin baskalarinin eline gectigini gorur.. tüm kasabali gitmis yerine baskalari gelmistir.. tek bir tanidigi kalmamistir.. şok içindedir.. insanlar ona gelirler "diomedes iyi misin" derler, tanidiklarinin isimlerini soyleyerek "ben kayincon aegleisos" gibi laflar ederler, sesler ayni olsa da yüzler farklidir.. şoka girer prosopagnos.. oracikta kosarak kendini denize atar.. bogulur gider sevdiklerini bir daha goremeyerek..

işte o gün bugundur, sevdiklerinin yüzünü taniyamayan insanlara "prosopagnosia hastaligina tutulmussun" denir.. zaten bu antik yunanda konsept böyle anasini satiim. bi halt yesen, geri kalan tüm nesiller o yedigin halt ile anıyorlar seni (bkz: antik yunanda ben yaptim oldu mantalitesi)

hadisenin bir de bilimsel aciklamasi var tabi..
simdi beyin dedigimiz sey, sogusun icinde cok sekilli durmasa da (zira orada kaynatiyorlar) cok komplike, deli bişi.. her zamazingo, her algi, her vergi icin ayri ayri yerleri var.. duyu merkezi denilen, on taraftaki "duyu merkezi bölgesi"nde (eheh bunun latince ismi olmaliydi aslinda..) dahi onlarca yüzlerce kücük merkez var.. bu merkezlerden bir tanesi de bizim insanlarin yüzlerini ayirt edebilmemizi sagliyor..

bu ogrenilmis bir sey aslinda. yani mesela tüm uzak dogulular, tüm zenci arkadaslarimiz bize ayni gelmekteler su an.. sahsen ben ayiramiyorum birisini digerinden.. japonlar da tüm avrupalilari birbirinden ayiramiyorlarmis mesela.. velhasil bu hastaligin ortaya cikis nedeni, bu yüzlerin birbirinden ayrilmasini saglayan merkezin bir sekilde gorevini yapamamasi, yaptirilmamasi.. o merkezde bi sorun olunca (ki nohut kadar bir yer) boyle hastaliklar, mutsuzluklar yasaniyor..

Demokrasi


insanlar dinlerini bile orjinalleri gibi yaşayamazken, bir şekilde değişen yer şekilleri ile, değişen iklimler ile dinleri deiştirerek yaşarlarken, demokrasinin tüm dünyada aynı şekilde yaşanmasının beklenmesi canımı sıkmakta..

yani mesela isa'nin cikardigi sekilde mi katoliklerin hristiyanligi, veyahut katoliklik, ortodoksluk, protestanlik, anglikanlik falanlik filanlik, veyahut suniler, veyahut şiiler niye bu kadar değiştirmeye ihtiyaç duymuşlar? niye tek bir dinde işlemiyor milyarlarca insan'in dünya görüşü? böyle bir küreselleşmeye imkan yok çünkü.. hiç bir zaman bir isveçli kadar üşümeyecek insanlarin, veyahut tenleri hiç bir zaman diğerleri kadar beyaz olmayacak insanlarin, aynı şekilde ibadet etmesi, aynı şeylere önem vermesi, aynı şeylerden korkmasi imkansiz bir düşünce.. tanri da sanirim bunu bildiginden, bir şekilde bu değişime imkan taniyan sistemler oturtmuş.. ful kustomize olabilen dinler milyarlarca kisiyi sarip sarmaliyor..

ama işte demokrasi dedigin insan yapisi bir şey oldugundan, bu kişileştirilebilir yapiyi görememiştir.. hala demokrasiler, antik yunanda bulunduklari gibi işletilmeye calisiliyor.. yunanda'da aynı, ortadoguda da, uzak doguda da ve güney afrikada da aynı kurallarla oyun oynanmaya calisiliyor.. işte bu noktada demokrasinin yetersizligini, beceriksizligine tanik olabiliyoruz.. benim demokrasiye katilimim, benim demokrasiden anladigim şili'li bir kahve işcisinin düsünceleri ile uyusmuyor. ama illaki aynı kurallarla yönetiliyoruz.. illa ki aynı kurallarla devleti olusturuyoruz..

demokrasinin mutlakiyetine inanmak bu yüzden bana dingillik gibi gelmekte.. en azindan bizim ülkemiz için demokrasi pek de oyle sahane bir sistem degil.. olmuyor yani beceremiyoruz işte. demokratik olmak pek iyi degil... 70 milyonluk koca bir ortadoğu ülkesi 100 yildir demokrasi ile yürüyemiyor..

bir sürü demokratin oldugu ülkede, bir tane bile lider cikmiyor 80 senedir.. ne garip..

Haftanın Şarkısı #6

çok çok eski zamanlarda, akdeniz'in masmaviliğinin sahibi olmak için, içine kırmızı kanların akıtıldığı günlerden birinde, şimdiki beyrut'un kapılarının kenarında bir gül açmış.. bir böcek o gülün yapraklarından bir ısırık almış.. ve neden bilinmez yürümeye başlamış. saatlerce, günlerce.. ona göre bir ömür.. ama gülden 10 metre ötede, bir serçe midesine indirmiş bunu..

uçmuş serçe.. şam'a kadar.. ama kaçamamış kaderinden. şamda yem olmuş bir yılana.. çölleri geçmiş yilan da. hatay'a şahmeran'in ülkesine varmış.. bir atmaca kapmış onu oradan ve gitmişler atmaca'nın midesinde taa bolu'ya kadar.. sonra bir avcı vurmuş atmacayı. kanı yere dökülmüş atmacanın.. ve o kanın içinden bir gül bitmiş istanbulda..

bir yeniçeri koparmış onu yerden.. sevdiğine vermek için. yıllarca seferden sefere giderken, omuz üstünde kelle komazken aklında olan sevdiğine vermek için. onu hayatta tutan, leylasına vermek için elinde gül, yürümüş bolunun yollarından istanbula kadar..

sevdiğinin evine vardığında haber vermişler.. bir beyrutlu tüccar'a vurulmuş kız. bir sene önce gitmiş buralardan beyrut'a..

işte bunun üstüne bizim deli oğlan eline udu almış ve söylemeye başlamış..

askinin her günü gamla dolsada
sevda daglarinda güller solsada
acidan yüzüme yaşlar dolsa da
seni sevdi gönlüm
yine sevecek

gozlerin gozume bakmasa bile
ellerin elimi tutmasa bile
kalbim artik carpmasa bile
seni sevdi gonlum
yine sevecek..

balık aşık olabilir, serçeye.. ama nerede yaşayacaklar birlikte?

Pazartesi, Ocak 26, 2009

Türkçe öğretmeni


İnternet'te blog okudukça, şu dünyadaki en başarısız meslek grubunun Türkçe öğretmenleri olduğunu düşünüyorum.. feci takip ettiğim iki blog var mesela. birisi pucca'ninki diğeri "siminya"ninki.. mükemmel şeyler yazıyor bu kızlar.. daha doğrusu içimdeki "tuğçe baran" okuma isteğini doyuruyorum.

zaten sanırım jane austen'den bu yana insanoğlunda böyle bir merak var. kadınlar özel anılarını yazsınlar biz okuyalım anasını satayim. erkek olarak yazsak, tüm aleni düşünceleri nakletsek, alacağımız en gerçekçi yorum "vay abazan" olurdu sanırım.. ancak nick hornby ayarında birisi olmak gerek sanırım, erkek olup da kendisiyle ilgili anılarını en özel sırlarına kadar anlatabilmek için.. kızların iç dünyalarını açtıkları blogları bir kenara bırakalım. (kızlarda günlük formatlı bloglar ne kadar yaygınsa, erkeklerde de futbol o kadar yaygın)

her neyse.. bahsetmek istediğim şeye dönelim. bu iki delicesine takip ettiğim blogta da, internette genel yazım ortamlarinda da ancak 7.48 oranında "dahi anlamındaki deler" ayrı yazılıyor. bağlaç kilerin oranı daha az (%4.12) herkez yazanların oranı daha az. ama o konseptte direk mide bulandırdığı için ederi fazla. "herkez" yazan birisi isterse kuantum fizikten bahsetsin ciddiye alamam..

-alfa bozonu burada y maddesinin içinden geçerek herkez'in görebileceği bir spektrumda şey edecek!

falan desin tokatlarım. nobelli fizik adami nils bohr demem, döverim..

ee peki bundan kim sorumlu? türkçe öğretmenleri tabii ki! tamam ben de cok türkce fanatigi degilim ama, bu deler bu kiler beni benden aliyor.. bana koşmak için yere basmak neyse yazı için de bu kurallar öyleymiş gibi geliyor.. koşarken yere doğru bastıktan sonra götün başın ayrı oynayabilir sorun değil, ama yere sağlam basıcaksın arkadaş..

bu türkçe öğretmenleri mutlular mı acaba yaptiklarindan? çok da önemliydi ya küçük ünlü uyumu, sert ünsüzler falanlar filanlar, onlarla doldurdular beynimizi ve esas önemli noktayı ıskaladılar..

bence böyle hata yapan insanları şu şekilde ayıplamalıyız (copy paste yapabilirsiniz)

"dostum yazdıkların fevkalade ama bi sik anlaşılmıyor.. neden diye soracak olursan, tak diye yapıştırırım cevabı. çünkü gramerin aşırı dandik. deleri ayıramıyorsun daha gelip ne anlatıyorsun ki? dikiş atamayan cerrah'tan farkın yok. bypass yapıyor olabilirsin, beyindeki en şahane yerden tümorleri alabiliyor olabilirsin, ama daha dikiş atamıyorsun yahu.. ben güvenir miyim senin cerrahlığına?"

bu arada farketmişsinizdir ki fotonun konuyla ilgisi yok.. onu kendim için koydum. kaşına gözüne kurban olduğumun kadını.. ne güzel durdun sen blogda öyle..

Reggaton






öncelikle söyleyeyim, yukardaki play tuşuna basın hemen. bastıysanız okumaya başlayabilirsiniz. bu reggeaton denen müzik türü 90ların ortalarına doğru karayiplerde, portoriko'da ne bileyim efendim dominik cumhuriyetinde falan ortaya çıkan bir müzik türü.. (bu dominik cumhuriyetinin varlığı beni acaip tedirgin ediyor.. lafı gelmişken söyleyeyim. yani mesela bm'de falan bir karar alınırken kesin yanındakine "kaldır sen de kaldır.. sınavı erteletcez kaldır" diyen bir delegesi vardir.. böyle arap bir şey) hah şimdi sanırım 10-15 saniye geçti play tuşuna basmanızın üstünden.. arkada müzik çalarken şunları sesli olarak okuyabilirsiniz..

"otel madran, antalyada 112 dönüm arazi üstüne kurulmuştur. 500 yatak kapasiteli iki açık havuzlu bir kapalı havuzlu otelimiz yerli yabancı bir çok turist'e beş yıldız konforu sunmaktadır. 17 kapali 3 açık havuza sahip otelimizde kızlar kendileri teklif etmektedirler..."

alenen bu reklamların arkasında çalan müzikler gibi olabilir şu an dinlediğiniz şarki (dinliyorsunuz değil mi? numara yapmayalım) ama reggeaton özünde dandik yaşam tarzlarını anlatan bir müziktir. feci de kişiseldir. "üstüme lacosttan tişort aldım yar, seni baskasiyla yakaladim" gibi sözleri vardir.. "trafikte arabama ceza yazdi aynasız, üstelik arabada kız var" şeklinde akip gidebilir mesela.. ama yine de şahsen ben feci eğlenceli bulmaktayım..



bir de bu müziğin inanılmaz danslari var. kadının poposu ile erkeğin kasığının birbirine yapışık olduğu danslar bunlar.. sanırım bu latin halkı acaip abazan. yani folklorleri bile birbirine sürtünmek üzerine kurulu.. lambada'dan tut tango'ya kadar devamlı bir sürtüşme.. orada kadınlar da sanırım erkekler kadar kızışıklar.. ama tabi ince bir nokta var o da bu sürtüşmeler sadece dans ile sınırlı.. öyle "aman kızla sürtüştüm kesin aksama şey edicem" gibi bir muhabbete gireni direk dışlıyorlar mekanda.. "ona verilecek en büyük ceza onunla bir daha konuşmamak" diyorlar..


ve son olarak bu müziğin ülkemizdeki temsilcisinin alenen ismail yk olduğunu belirtmeliyim. ne yazık ki dandik bir şekilde reggeaton yaparak ortamlarda şekil yapıyor ismail yurtseven kardeş bey..

Pazar, Ocak 25, 2009

Biten ilişki (2007)


film izlemeye bayiliorum.. allah biliyor, iki dakika bos kalsam direk aciyorum film izliyorum. ipoddan bilmem nereden devamli.. filmleri izledikten sonra da en büyük zevkim imdb'ye felan gidip film hakkinda gereksiz bilgiler almak.. mesela cekim hatalarini, devamlilik hatalarini falan irdelemek..

hadi boyleyken biten ilişkiyi bir filme dondureydik, heralde imdb soyle yazardi

BİTEN İLİŞKİ (2007)
oynayanlar: azuth , serpil cakmakli..

çekim hatası: serpil'in bazı sahnelerde, azuth ile konusurken apacik bir sekilde "aziz" dediği gözüküyor.. aziz bir önceki ilişkisindeki rol arkadasi

devamlilik: bazı sahnelerde serpil ağlıyor görünüyor. fakat yakin cekimlerde göz yasinin olmadigini goruyoruz.

devamlilik: ilk sahnelerde, serpil'i futbolu sevdigini soylerken goruyoruz. fakat ilerleyen sahnelerde, futbol'dan nefret ettigini acikliyor

zaman hatasi: bir sahnede, serpil "notebook" filmini izlerken filmi izlemeyi birakip sinemada sevistiklerinden bahsediyor. ama notebook filmi gosterimdeyken, ilişkileri daha başlamamıştı.

gerçeklik hatasi: kimse aynı zamanda "aldatip" sevemez.. serpil'in aldattiktan sonra "seni seviyorum" demesi hataya yol aciyor.

gerçeklik hatasi: yil başı partisinde, serpil gelip "ya koku mu, yeni bir parfum aldim da ben" diyor.. oysa ki hiç bir parfum şirketi, axe body spray for men, i taklit edip kadinlar için kullanilir duruma sokmaz.

devamlilik hatasi: parti sahnesinde, serpil in sütyeni, ilk sahnelerde varken, tuvalete gittikten sonra yok oluyor..

devamlilik hatasi: bir sahnede serpil, azuh'a atki ordugunu soylerken, yakin cekimlede atkinin etiketi gorulüyor..

devamlilik hatasi: bir sahnede "u2 albümün bende gerizekali" derken serpil, aslinda azuth ona hiç u2 albümü vermedigini farkediyor. u2 albümü serpil'in yeni sevgilisinin bir armagini olarak onda..

eglenceli olabilir boyle bir sey.. hoş beklediim kadar komik olmadi ama yine de eglenceli.

Cumartesi, Ocak 24, 2009

24 ocak 2009 sivasspor galatasaray maçı


memlekette iyi insanların sırf düşünceleri yüzünden öldürülebildiklerini bir kez daha gördüğümüz tarihin üzerinden 16 sene geçmişken, cumhuriyet döneminin en iğrenç olaylarindan birisinin yaşandığı sivas'ta, zemheri soğuğunda belki de hayattaki son üniversite finallerinin eteğinde oynanan, sivasspor'un 2 gol atıp gol yemediği için galip geldiği musabakadir bu maç..

ergenekon davasındaki insanları birbiri ile ilişkilendirebilirlerse, haydi haydi lost'un mevzuyu toparlarlar diye düşündüğümüz bir soğuk kış gününde, galatasaray sivas'a 17 oyuncu ile gitme karari aliyordu. "lincoln bu maçta oynarsa ölür" gibi afaki laflar hafta içinde gazetelerden okunuyor, meirasiz, emre güngörsüz bir savunma göbeği mehmet yildiz'in ağzını sulandiriyordu. galatasaray kulup otobüsün'de ağızları bıçak açmıyordu. sivas'ın ağır ve soğuk havasını göze alirsak maçı şu şekilde anlatabiliriz aslinda:

(altındaki galatasaray formasını görmedik sanma küçük hanım! öyle yüzünü boyatip sivaslı olunmuyor. bi kere formanı çıkart)

"yunus yildirim elindeki düdüğü musabaka'nın başlaması için üflerken mitya* sigarasindan ilk nefesi çekiyordu. "çetin geçecek, tek forveti ikinci yarıda ikilemesi gerek" dedi yanındaki sivasli dostu hasan ali. ah hasan ali. 4 sene evvel karısını yine böyle bir kış günü kaybeden o değil miydi? ama şimdi hayat bir futbol maçı izleyip eğlenmesine imkan veriyordu..

ilk dakikalar sakin geçiyordu. iki takim da birbirini tartmak isteyen votka içiciler gibiydi. ilk kimin başı dönerse o kaybedecek gibiydi.

hakkında pek çok öykü anlatilan "arda turan" ı duymussunuzdur. onun kendisini "ali sami yen'de doğdum burada öleceğim" şeklinde nitelendirdiğini bilirsiniz. işte o canını dişine takarak oynuyordu. boris mitya'ya dönüp "saha öyle berbat ki sanki sivas üniversitesi mimarlik fakültesi öğrencilerinin topografya ödevleri ile kaplanmis" diyerek bir espri yapmaya çalışmıştı. mitya bu barbar espri karşısında sessiz kaldı. sigarasından bir nefes cekmekle yetindi. st petesbourgda da bu kadar hayvandi bu boris. zaten boris ismindeki birisinden james bond tarzi sarkastik espriler beklemenin manasi da yoktu.

(sivasspor takımı ürkek oynuyor.. kelimenin tam anlamıyla)

sivas takimi ilk dakikalarda ürkek oynuyordu. oyuncular buzlu sahada sarhoş ördekler gibi kayarken, bilica topu ıskalıyor, baroş topu önünde buluyor çektiği şut direkten dönerken, yan hakem "ofsayt" diye bağırıyordu. kale arkasindan alayci bir gülüş duyuldu. bu ivan naroumoff'un ta kendisiydi. İvan bir keresinde orleans düküne yüklüce para kaybetmişti kumarda ama yine de iddaa oynamayı bırakamiyordu.

galatasaray defansi da sivas defansi da bu pozisyon dışında falso vermezken, top arda'nın oynadigi taraftaki su birikintisini çok seviyordu.. kaleci petkoviç'in lise günleri aklina gelmişti. "arkadaslar topu suda oynamayin ya, sonra üstüm çamur oluyor öyle dolaniyorum" diye bağırırdı. ah gençlik. çabucak geçmesini isterken, geçtiğinde mutsuz olunan bir şey..

ilk yarı böyle bitiyordu ki, uzak kenarda ümit karan bir pozisyonda çok sinirleniyordu.. "hay bin kunduz" diyerek suyu tekmeliyor, su da yan hakem'in smokin'ini kirletiyordu. hakem yunus yildirim kirmizi karti ümit karan'a çıkartırken "dua et ki leningrad'da degiliz. orada bu hareketinin cezası kurşuna dizilmek olurdu genç adam" diyerek ekliyordu.. (ümit karan'ın ettiği lafların onlarcasını sivasli taraftarlar ona ettiler. ama hiç biri kirmizi kart görmedi. bu taraflı yönetimi fifa nezdinde kiniyorum. gerekirse cas'a giderim. dolmuşla giderim.)

ilk yarı biterken mitya'nin yanına bir adam yaklasiyordu. "bonjour mossieur. size izninizle bir şey sormak istiyorum" şeklinde konuşuyordu "nedir o dostum" diye sorarken mitya, karsisindaki adamin gözlerindeki ışığı dakkasinda görmüştü "sivas sizce sampiyon olur mu?" diye sorusunu beklemeden sormuştu adam. "kendi arzularima kulak veriyor olsaydim, burada bir saniye durmazdim. "tabii ki olacak dostum. lenin adına olacak" derdim. ama içimde bir galatasaray sevgisi var. en azindan bu maçta olmasını istemiyorum. ikinci yarıda tek forvette olsa koyacağız size" diye durumu açıkladı mitya.. genç adam teşekkür ederek uzaklasti..

bizim sivas kışları pek sık rastlanacak şekilde don ile yaşanır. işte galatasaray bu don'a alışık değildi. sivasspor ikinci yarıda balalaykayi eline almış döktürüyordu. sanki bir kırım şarkısı söyleniyordu sahada.. zaten bilica'dan sonra ikinci vin diesel tipli adamlari olan balili'yi de oyuna sokmuştu sivas. ve sonrasinda ücüncü vin diesel, sezer de oyuna girecekti..

daha ikinci yarının başında sivas abdurrahman ile golü buluyordu. ve hemen on beş dakika sonra vin diesel ikinci golu sezer ile buluyordu. 10 kişi kalan galatasaray'in nefesi kesilmisti. arda her yerde oynuyor, mehmet topal ayağından topu çıkartamıyor, emre 1 metreden arkasinda mehmet yildiz varken kaleciye topu geri vermeye calisiyor, mehmet yildiz araya girip topa vuruyor ama gole direk izin vermiyordu..

"aman tanrim boris, bu sivas delirmiş olmali. baksana sampiyonluğa sanki gregori ivanovic mouromski aşkı ile bağlılar. o da ingilizlere karşı böyle savaşmamış mıydı? bilmiyorum boris. bence bu sivas böyle oynarsa bu maçın rövanşında şampiyonluk madalyasi ile oynar"

(maç sonunda sivaslı oyuncular, birbirlerini gösterip insanları oynattılar. en sonunda gösterdikleri kişi ise bakanları eliyle yaptiği "nah" işareti ile karşıladı.. lise de misiniz arkadaşlar? böyle mi şampiyon olacaksiniz?)

sözü geri alirsak, galatasaray bir deplasman maçından daha puansiz dönüyordu. yunus yildirim'in alenen sivas'in yanında olmasi neticesinde (ki sezer'in emreyi tokatlaması pozisyonunda kuru bir sari kart cikartmasi baska neyin aciklamasi olabilir ki?) ve galatasarayli oyuncularin soğuk havadaki kapasitesi neticesinde olay bu şekilde şekilleniyordu.. artik hafta içinde bordoyu bordo'da yenip, şarabi da çekmek gerek..

ç.n.: fotograflar hürriyet ve milliyet gazetelerinin internet sitelerinden..

*: mitya tıpkı fatma'nın fatoş olmasi gibi, ibrahim'in ibo olmasi gibi dmitri'nin kısaltılmış halidir. hell yeah

Haftanın Şarkısı #5





giannis ploutarxos'un özellikle yaz günleri, günde bir kere dinlenmelik sarkisidir "fovamai pws".. (acaip yazı özledim.. böyle yaz olsa da 8 gibi dışarı çıksak, tayfa'da bir rakı yuvarlasak, orası sıcak olunca deniz atına kaçsak.. rüzgar etse terlesek, tüm resimlerde mutlu çıksak) bizden günesi 1 saat sonra batiran insanlarin ülkesinde aşklar yine ayni hislerle yaşaniyor nihayetinde.. fena halde yorgun insanlarin, denizden cikip lokantalara aktiklari, bu sirada siluetlerinin sahil yolunda belirdigi zamanlarin sarkisidir benim için.. sadece yunan televizyonlarinin cektigi, dandik tatil yorelerinin kaliteli aşklarının şarkisi (hey yavrum hey... )

sozlerini yazayim bi de cevirmeye calisayim..

kath me kanei kai gurnao sta idia lathi
(bir şeyler beni geriye dönüp ayni hatalari yapmayi istetiyor)

nuxtes pou monos mou thimame ta palia
geceleri kendi basima kaldigimda geçmişimi hatirliyorum

kai ekei pou leo arketa pos exo pathei
ve diyorum ki, iyi dayanmışım

skeftome pali tih diki sou aggalia
tekrar sarılmanı düşünüyorum

oxi pos thelo thn agapi mas na krino
aşkımızı yargilama niyetinde degilim fakat

ma me ponaei olo mafinis kai safino
ama beni yaralayan, her zaman sen de ben de birbirimizi terkettik

fovamai pws akoma sagapao
korkarim seni hala seviyorum

fovamai pws pote den se kseperasa
korkarim seni asla atlatamadim

kai an thn alitheia mesa mou kratao
ve gerçekleri kalbimde taşıyorum

fobame pws ton eafto mou den ksegelasa
korkarim kendimi aldatamadim

kath se kanei kai gurnas metaniomenei
yukarida anlatilan seylerin aynisi ikinci tekil sahis icin

nuxtes pou moni sou fobase ti broxi
aynen devam ediyor burada.. işte benim sarilisimi özlüyorsun

kai ekei pou les kanenas den se perimenh
falan filan.. sonra diyor ki, yalnizlik çok şey ediyorsa bebegim

kai i monaksia ta bhmata sou odigei
ama umut vermek istemeden soyliim ki senin bana

oxi pos thelo na mou doseis eksigiseis
geri dönmeni felan bekliyorum.. fakat geri donersin sonra ben istemem

ma me ponaei pou perimeno na giriseis
bunun garantisini veremem zira sanatci bir adamim his adamiyim..

fobame pws akoma sagapao
korkuyorum da korkuyorum

fobame pws pote den se kseperasa
sanki yalan rüzgarindaymiscasina yazmis yorgi buralari...

kai an thn alitheia mesa mou kratao
bi de yunanlarda yunan alfabesinden latine geçmekte bi fikir birligi yok sanirim.. zira baska yerde fovamai pws yazarken sarkinin sozlerinde fobame demekte.. garip yani.. yunan milli egitim bakanligi bişi yapmali.. gerçi yutube da falan hep fovamai pws die yazilmis. bu şarkıyı ilk dinlediğimin üzerinden 2.5 sene geçmiş. hala şarkıyı o 2.5 sene önceki seviyede çok seviyorum. ve tabii ki şarkıyı göndereni de.. oh bebek..

Cuma, Ocak 23, 2009

çöpçü




dchetin sekil yapmis hemen arakladim konsepti..

Sezen Aksu Şarkıları

Karamel alakasız bir şey yazmış ama benim aklıma geldi işte.. biraz şu filmlerde sorunu çözen adamın dandik şeylerden etkilenme hadisesi gibi.. adam orada kola içer, bizimkisi bakar "aha buldum, sen bir dahisin tim.. dahisin" der.. tim olayi cakozlamaz ne oldu ayaklarinda bakar "tipki senin kola içisin gibi evrenin kuvantum spektrumundaki haş o haş dalgalari birbirine geçiyor. işte o zaman biz endüktörü trigger edebilirsek tipki senin kola içisin gibi olayi hallederiz" diyip işin içinden çıkar ya bizimki aynı o şekil..

şimdi şöyle.. kabul edelim ki sezen aksu her türk'ün yasadigi her sevdasinin arka planinda calan sarkilari yapan insan.. sms de pek sevdiim birisine de annattim bunu ama yeterli gelmior tabi..

insan soyle bir diskografisini dinlemeye basladiginda, her albumde bir sarkida bir sevda yasadigini düsünüor rahatlikla.. sarisinim da gozleri dolabilior, iste o an biz tükenecegiz ile ayrilmis olabilior, 4 günlük ask yasior bazen, sari odalar burger king dükkanlarina benzetilmis oluor birileriyle alenen bir vergi iade fislerini yazarken anilarin depresmesi misali.. ipod a sezen aksu sarkisi atarken de anilar kimildiorlar..

hayir arkadas judas priest ile de yasadik bu asklari, gün geldi iron maiden konserine gidildi, fakat niye sezen aksu deprestirir de "pictures of you" dinlerken depresmez bu anilar anlamiorum.. hayir sarkiysa sarki..

belki filmlerin etkisi vardir bunda.. biz seksen nesili tarik tarcan'in, ahu tugba'nin ne bileyim efendim müjde ar'in hisli filmleri ile büyüdük.. ve orada ne zaman birisi ayrılsa, güneş batarken aşıkların siluetlerinin gözükürdü ve arkada sen ağlama çalardı.. öyle bir aşk tasviri yerleşmiş bünyemize..





yaz günü, aksam üzeri olmus günes batiyor kamera ile günes arasinda asiklarin bedenleri var.. karanlik tabi bu bedenler.. işte onlar siluet.. artik elele mi tutusuorlar kizin basi oglanin omzuna mi düsüyor bilemiyoruz.. genelde sahil kenarinda olurlar zaten kusadasi,bodrum gibi ortamlarda..

hah işte tarik tarcan ve banu alkan boyle bir pozisyondayken nedense arkada calan muzik fikis olarak "geri döndür" hatta canlandirayim

tarik tarcan: o kadar mutluyum ki banu sen yanimdasin kusadasindayim
banu alkan: ben de tarik keske bu sahne sonsuza kadar sürse

bir sir gibi saklarim seni
bir yemin bir gizli düş gibi
ben bu yükü tasirim sen git
git acilarla...

ulen hislendim yeminle yine.. seksenler scene i muhtesemdir abicim (scene lafini kullandim ortam piçi oldum)

gecenlerde bir yandan misafir bekler bir yandan da köfte yaparken tvde bir filmde bu sahneye denk geldim yine.. ibrahim tatlises ve hülya avsarin oynadigi onlar için romantik benim icin gerilim tadinda bir filmdi.. bu sahnede arkada ibrahim tatlisesden "dan dan daaan danana dan
dan dan danana dan dan dan danana danadadaaaaannnn

kabimdeki
tatlı sızı
sensin bu gönlümün yazı
bakışların
öyle güzel
öldürüyor beni nazı
karda açan
çiçek kimin
çölde yagan yagmur gibin
sevincimsin mutluluğumsun
sene öyle hasretim kiiii
gülüm benim
gülüm benim
derdim aşkım canım benim" beklemedim dersem yalan olur.. ama bereket sezen aksu sektorde tekel olmus.. direk sezen aksu calindi.. hey ki hey..

hayir konsept süpper, arkadaki sezen aksu muzigi süper ama türk sineması o donemde geriliyor.. anlamak elde degil..

ibo: gözlerine bakinca insan denize bakiyor oluyor
hülya: yalan söylüyorsun..
ibo: ekmek kuran çarpsın...


sonra arabesk neden sevilmiyor..

Perşembe, Ocak 22, 2009

Hans Christian Andersen


Bir ara masallar hakkında upuzun bir şey yazmak istiyorum ama şimdilik bu arkadaş hakkında yazayim.. Hans Christian Andersen sanirim danimarka gizli servisinin tum dunya cocuklarinin ruh sagligi ile oynayarak,gelecek nesillerin manyak olmasini saglamak icin egittigi yazar..
kardesim bu hikayeler nasil depresiftir boyle..okusun cocuk sonra o cocuktan hayir bekle..buyuyunce kibrit tutamayan,somineye yaklasamayan,hep kugu olcaklari gunu bekleyen,karda disari cikamayan,bir gun olsun boylarinin aniden uzayacagini bekleyen hasta ruhlu insanlar yetistirmistir andersen..

belki de yayincinin sucudur..buyukler icin roman yazan andersen bi karisiklik sonucu cocuklar icin yazio zannedilmistir..yok olamaz bu sacmaladim..

sonucta basarili olamamistir andersen..cocuklar arasinda depresif havasi tutulmamis pokemon veya avatar veya sihirli annem e yenilmistir.. danimarkada bu planinin basarisini sadece 1992 avrupa kupasinda kupayi kaldirarak gormustur.. yoksa tarih icinde pek bi basarili olamamislardir.. zaten soğuk milletten evliya, anca sarışın ise ve kadın ise sok avluya demisler.. (şimdi uydurdum.. o kadar başarılı bir "ata" olamayacağım sanırım)

İsimler ve Olcay Teyze


Bu isimlerin genel bir karakter yapısı var. Yani belli isimde olanlar er yada geç aynı karakter imajlarını sergiliyorlar. Mesela tüm şadan isimli erkekler, illaki otobüste "arkadaşlar biraz ilerleyelim, durakta yolcu var.. ablacim sen kenara geç, kardeşim sen al kucağına çocuğunu" şeklinde ortami toparlarlar.. Cerenler eski sevgilidirler, tayfunlar esmer ve yavşaktir.. böyle bir konsept var.. ya da bana öyle geliyor.. ama esas bahsetmek istediğim "olcaylar"..

olcay ismi her ne kadar yazarlarin hafif varoluscu,akil fikir sahibi,bir takim hatalar yapan,bunlarin ceremesini ceken,yazarin biraz da kendisini anlatmak istedigi durumlarda kullandiklari bir isim olsada yazarlarin aklina bu isim hop tri lay lom sekilde gelmemistir..

mesela bakin benim bi olcay teyzem vardi..hic evlenmemis ama capkinligin kralini toplum onunde "orospuluk" damgasi yemeden icra edebilmis bunun nedeninin verdigi kararlarda ki isabetleri oldugu,kimi zaman hayati iplemeyen kimi zaman hayati en cok ipleyen insan olan ( ki varolusculuk hem de hafifinden sayilabilir bu) annemin dahil bir suru mahalleli kadinin evlilik icindeki iliskilerini danistiklari bir teyze olmustur olcay teyze..

sonra ne mi oldu olcay teyzeye..haketmedigi bi adamla evlendi..focaya tasindi..simdi focada haketmedigi bi sekilde yasiyor..

cok guzel kadindi olcay teyze..diana dan daha cok hakediyordu prenses olmayi..

14 Temmuz 1987 Queen Afyon Konseri


bugun paso gerilere gittim. anılar silsilesi içinde yüzüyorum.. bu konser asla unutamadigimiz bir konserdir.. onu başta söyleyeyim de.. nasil unutulur ki yahu, hangisini anlatayim hem under pressure da seyircilerin ellerindeki su siselerini havaya atmalarindan mi bahsedeyim, bohemian rhapsody de afyon atatürk stadinin kolonlarindan ses gelmesini mi soyleyeyim..

mükemmel bir gündü.. biz konserden bir gün once izmirden otobusle kalkmis afyonkarahisar ataturk stadyumunun onunde cadir kurmustuk.. insanlar queen sarkilari soyluyor egleniyorlardi.. derken gece 23 dolaylarinda bir grup genc "abii duran duran siker atar queen i" diye gelip asabimizi bozmus bilindik acidci rockci kavgasi afyon ovasinda "savasa" donecekken bunu afyon polisi onlemisti..

konser mükemmel bir acilisla "one vision" ile basladi.. yikiliyordu atatur stadi.. yanlis hatirlamiorsam tam playlist soyleydi

"one vision"
"tie your mother down"
"seven seas of rhye"

bu 3 sarkidan sonra freddy seyirciye donup "tesekkürler afyon" dedikten sonra türkce "you are our best audience ever" diye de eklemisti.. allahim suncacik afyon alenen queen in en mükemmel seyircisi olmustu.. hayatimda tattigim en büyük onurlardan birisidir bu.. ve konser devam etti

"a kind of magic"
"under pressure"

under pressure da tam cilgina donmustuk.. stad dar geliyor hatta afyon ovasi dar geliyordu.. sonra beklemedigimiz bişi oldu bas ritimleri duyulmustu artik durdurmazdik.. tozu yutuyorduk..
"another one bites the dust"

bir ara verilince herkes tuvaletlere gitmisti.. heyecandan resmen altimiza ediyorduk.. orada tanistigim arkadasim hakki ile hala konusur eski günlerden bahsederiz.. queen tuvalet arkadasim hakkiya buradan selam etmek isterim..

"i want to break free"
ikinci yari mükemmel baslamisti.. sahsen benim en cok sevdigim sarkisi i want to break free ile yani..

"is this the world we created?"
"bohemian rhapsody"

bohemian rhapsody deki afyon ataturk stadi gozumun onunden gitmiyor dostlarim.. o gün o gazla salsaniz afyonu yüzerek yunanistana gider tüm tarihi eserleri alir afyon arkeoloji müzesine koyardik heralde.. hep beraber "bismillah" demisligimiz simdi gozlerimde canlandi resmen..
"hammer to fall"
"radio ga ga"
"we will rock you"
bu sarkida tuvalette oldugum icin eslik edememis ama yine de duvara cisimle "siktik mi?" yazmistim.. hey ki hey..

"friends will be friends"

"we are the champions"

bu sarkidan evvel fredi sahane bir türkce ile "afyonkarahisar icin.. mor beyazlar icin queen" diyip we are the champions u soylemeye baslamisti.. bazi kendilerini bilmez insanlar "sampiyon afyon" diye 3 lü cekmeye basladilarsa da sarki sonunda bir sonraki sarki buna izin vermemisti..

"god save the queen"
queen kapanisi mükemmel bir cest ile god save the queen yerine "god save the ata" diyerek, kocatepe yi parmagi ile gostererek yapmisti.. o gün orada bulunan insanlar bu sahneyi gorunce aglamadilarsa yalan soyluyorlardir dostlarim emin olun..

velhasil her güzel sey gibi bu konser de bitti.. agizlarda mükemmel bir tat, belleklerde asla unutamayacagimiz güzelliklerle.

22 nisan 1993 sivasspor milan maci

maç yazısı yazasim geldi.. dünkü altay beraberliğini izlemediğim için yazamadim. ben de hafta sonundaki sivas maçına istinaden geçmişten bir maç anlatayim size.. 1993 senesinde sivas'in uefa kupasindaki yari final maçından bahsedeyim.. sivasspor milan maçı..

mükemmel bir carsamba gününde sivas 4 eylül stadinda gerceklesen bu maca deli gibi heyecanla gitmistik.. babam ve amcam ile kale arkasinda yerimizi aldigimizda maca daha 5 saat vardi ve heyecan icindeydik.. mactan evvel cesitli araliklarlar "sivasin yollarina cikayim daglarina" soyleyen taraftarlar mactan 2 saat evvel once stad hoporlorlerinden yapilan "eak47 85 plakali aracin soforu, lütfen park yerine" anansu ile irkilmisti.. bu arac milanli taraftarlari stada getiren aracti.. sonrasinda italyanca yapilan anonsta yigidolar soforun isminin "luici dominico" oldugunu ogrenmis hep bir agizdan "sikilmis luici" die bagirmaya baslamislardi.. bunu duyan italyanlar, galyana gelerek "sivas anani luici mi sikti" diye bagirmis bir sekilde halk bu garip olaya anlam veremeyerek saskina donmustu..

bu saskinlik icerisinde takimlar sahaya ciktilar.. sivassporda takimi tura tasiyan bombaimha sefket in olmamasi yigidolari uzse de turdan umutluyduk..

ilk yari 0-0 bitmis bizim umudumuz daha da artmisti.. fakat 54 üncü dakikada donadoninin soldan actigi ortaya marco simone balina bir kafa vuruyor ve milan 1 sifir one geciyordu.. o dakikadan sonra ozellikle demetrio albertini nin cami tarafindaki kale arkasina yaptigi "nasil taktik ama" hareketinden sonra tribunler hirsla dolmustu.. her bir atakta yeri gogu yikiyorduk, sagli sollu milan kalesini dovuyorduk ama gol gelmiyordu..

boban oyundan cikip yerine alessandro orlando girer girmez ortadan gelisen bir atakta matkap sadriyi surkulese eden orlando, kaleci yusufu da gecip topu aglara birakiyordu..

tribunlerde ofke olusmaliydi ama, üzüntüden aglayan matkap sadrinin sesi alenen tribunlere kadar geliyor icimiz daglaniyordu.. mac 0-2 biterken sivasspor un final hayali de bir sonraki seneye kaliyordu.

Salı, Ocak 20, 2009

heidi durma git diyorsun söyle peter nere gidem


sagilacak kecim mi var
icilecek biram mi var
hayatima kastin mi var
yapma böye gözün sevem

deden gibi saçlarima kar mi yagsin
deden gibi cektiklerim kar mi kalsin
deden gibi kimsem yok ki yaram sarsin
yapma böyle gözün sevem

Devrici Halk İsviçre Kurtuluş Cephesi..

not: girdi için, mutsuz bir heidi fotosu aradım nette 10 dakika.. ama kodumun yavşağı paso gülüyor arkadaş. anlaşılır değil. bu ne genişlik heidi? neye gülüyosun paso.. bir mutsuz ol arada, "hava soğuk mina koyiim banyo yapmaya korkuyorum" gibi bişiler de.. ama yok paso mutlu.. polyanna bir bu kodumun heidisi iki.. yazık yahu!


edit: allegra'nde saolsun artık konuya uygun bir fotomuz var...

Devrimci Halk İsviçre Kurtuluş Cephesi


Az evvelki postlarda "ayrılıkçı flamingo"lardan bahsettim.. arkaşla geyiğini çevirirken düşündük de DHİK-C şeklinde kurulacak bir örgüt, yani devrimci halk isviçre kurtuluş cephesi örgütü dünyanin en karakterli örgütü olabilecek örgüt.. öyle ondan bundan sikayet edip ayrilikcilik yapmak kolay bilader.. esas hikaye ortada bir sorun yokken tasin altina elini koymakla ilgili.. "rahat batıyor bu ipnelere" denilerek aşılanabilir gerçi örgüt.. ama yılmadan mücadelesi devam etmeli bence..

böyle bir kederden falan kurulmustur bu örgütün şu şekil bir tarihçesi bile olabilir:

isvicreden yaz tatiline gelen ingmar kusadasindan dolmusla kadınlar plajina giderken teypte orhan gencebay'a denk gelir.. hadisenin aurasi kendisini cezbeder, sarkilari daha anlamli kirabilmek icin, soyle gonulden bir "hayat bir izdirap degil mi/her yudumda artan kederimiz/ gün gelir de meyhaneyi mezar yapar degil mi" diyebilmek icin ayrilikci olmayi goze almistir.. o alpler senin bu alpler benim isvicre candarmasina tüftüf ataraktan hakli mucadelerini surdurmeye calisirlar... gerçi kompile özentilik oluyor bu ama olsun.. zulum görecek değil ya elin ingmar'i..

başına bir hal gelirse canım
alplere gel alplere
seni saklar peter canım
heidi gel alplere

bu kara derde düşeli canım
şaraplar oldu sirke
cenevre'nin daglari menekşeli canım
alplere gel alplere

yeterli faizi alamadim bankadan canım
parayı yatırdık dövize
billahi vermezdim ellere
gelirin daha yüksek olduğu alplere gel alplere


her şey daha mürevveh bir isviçre halkı için...

Hmm arabesk çok güzel


bir blogda gördüm. benim siteye link veren bi blokta. şu blogroll'unda cikmiş sitem. profilinde "arabesk" dışında her şeyi dinlerim falan yazıyordu.. ayıp.. resmen ayıp.. ben de blogrolunda arabesk gözüksün, sabote olsun istedim..

elalem indie sarkilari koysun, internette citirlari kessin inceden, akabinde muhabbete girsin "ay bu sarki'nin etiketi sizde varmiş" diye, biz de acimizdan, kederimizden, ama delikanli olarak, ama yüregimizle bu sarkiyi profilimize koyalim.. o indie sarkiyi profiline koyan zengin piçlerine, onlara gülen kizlara da yaziklar olsun, kahrolsun felek.. bizim ipodumuz yok ki biz de dinleyelim yabanci sarkilar..

her neyse çocuklukta maaile gidilen, reno dokuzlu pikniklerin, arabanin kapisi acik sarkisidir bu sarki.. mercimek kofteleri üpletilip, uygun bir agaca dünyanin en rahatsiz, dünyanin en sikko salincagi kurulurken, işemek için pipimizi börtü böcegin isirmayacagi bir yer begenirken, bu sarki calar arkadan..

genelde işbu şarkiylan bi baltaya sap olamamis dayiya, kücük amcaya bir sigara yaktirir.. özletir sevgilisini bir sekilde, anlamassin tabi o sirada sen, tospalari ters cevirmek daha mühim bir hadisedir... oysa ki sarkinin sözleri eşsizdir:

"askin da sevgin de kalbin de tastan
cok hata etmistik biz zaten bastan
silinsin bu askin hatiralari
gunah yazik
bize hayir yok bu asktan"


Pazartesi, Ocak 19, 2009

İnternetten birisiyle tanışmak





Dün pucca, birisinin yazdıklarına link vermiş.. işte internetten tanıştığım 3 çocukla birlikte oldum, üçü de birbirinden sikkoydu temalı bir yazıydı. isterseniz kendiniz okuyabilirsiniz..

yahu şimdi kabul etmek gerekiyor ki bu internetten gerçek hayatta olamayacak hızda arkadaşlıklar kuruyoruz.

reel hayatta asla taniyamayacagimiz insanlar ile tanisiyor sacma sapan dostluklar kuruyoruz bu internet denen ortamda. sahsen benim msnimde tiyatro oyuncusundan, ralli pilotuna kadar bir sürü insan var.. ulan benim tiyatro deneyimim "pinar süt cocuk tiyatrosu ile uzaydan gelen dost sincap" adli oyun ile sinirliyken ne işim olur tiyatro oyuncusuyla.. hayir bir de kendisini cok seviyorum, bayiliyorum. atsan atilmaz satsan satilmaz bir durum.

internetin ergonomik olmamasi yani insana uyum gostermemesi yüzünden bir sürü maraz cikiyor hali hazirda. zararsizlarini gectim insanlar para kaybediyor, organlarini kaybediyor internetten süpper arkadas olduklarini "düsündükleri" (elimle tirnak işareti yapmadiysam serefsizim burada) sayesinde. ve en kötüsü olan cocuklara oluyor..

kac senedir internetteyim.. 97 den beri falan heralde.. 10 sene diyelim yuvarlak hesap.. her 1 senede 1 karsi cins ile tanissam 10 kisi ile tanismis biri olaraktan internetten tanistigin bir karsi cinsle, aslinda karsi cinsi gec direk birisiyle anlasmanin altin kuralli, bülent ortacgil'in "eylül aksami" sarkidir..

yukarıda dedigim gibi insanlar internette reel hayatta asla tanisamayacaklari insanlarla tanisma firsatina erince bocaliyorlar sanirim. su internetten adam cikmaz hadisesi de buradan gelior bence.. mesela benim 13 senelik sahane arkadasliklarim varken, bir kere yalan soylememisken, bir kere küslük olmamisken internetten tanidigim insanlar ile kavga edebilior, internetten sevdiklerime yalan soyleyebilior, onlari kendime küstürebiliyorum..

işte dostlarim bu "eylül aksami 2000" (ziya korkut gibi bir ürünü lanse etmeyi ogrenecegim bir gün) ile internetten tanistigimiz biri ile mükemmel bir ilişkimiz olup olmayacagini ölcebiliyoruz.. sarkiyi birbirimize soyleyebiliyor muyuz? ayni otobuse binmis miyiz? ayni para cebimize girmis olabilir mi?

deneyimlerimden yola cikarak sunu soyleyebilirim ki bu sarkiyi tutturamayan internet ilişkileri 3 hafta sonra, 3 ay sonra 3 yil sonra ama bir gün patliyor... (sonuc bolumunu daha sikko yazamazdim)




ha bu arada van morrison'un "september night" die bi sarkisi varmış yahu.. hey yavrum hey bülent.. müzik türleri farklı olsaydı bari.

Motora kuş kaçması


Önce nuyorkdaki uçağın motoruna kazlar kaçtı, 2 gün sonra da istanbulda benzeri bi olay bi olay meydana geldi:

Olayla ilgili olarak Lufhansa'dan yapılan açıklamada uçağın kalkıştan 12 dakika sonra sol motoruna kuş çarpması nedeniyle Atatürk Havalimanı'na acil iniş yapmak zorunda kaldığını belirterek, uçağın tek motorla havaalanına güvenli ve normal iniş yaptığını söyledi.Yetkililer mühendislerin uçağı incelemeye devam ettiğini söyledi.


ben bi motora kuş kacmasi hadisesinin, su hayatta gorup gorebilceginiz en cilgin hadise olduğuna inaniyorum. .sen koca ucak yap yer cekime "yenilmiycem ulen sana" de sonra el kadar,evet tam olarak el kadar kus gelsin motora girsin tak sonra ara kuleyi "kule sag kanatta yangin cikti kus girmis olabilir"

kardesim bi tel orgu,bisi yapsana sen ucagin motoruna..hayir o irtifada ben ucsam ben dahi girerim icine bilmezsiniz o boinglerin motorlari nasil iceri cekerler adami..sonra aglarsin "ucagin dusmesine bu mevsimde guneye gocen leyleklerden biri neden olmus..sorumlular hesap verecektir"

bi de sanki kuslarin boyle garip bir amaci varmis gibi lanse edilio hadise.."kuslar gene motora girdi:135 olu,ayrilikci flamingolar olayi ustlendi" hay allahim..

19 ocak

Dövüşenler, ölenlerin tutmaz yasını..

Pazar, Ocak 18, 2009

Oyuncak Katlı Otopark


Az önce yazdığımda farkettim. bu katlı otopark hadisesinden ki kendisine apayrı bir yer ayrılmalı bence.. çünkü ben bu oyuncağın, dünyaya gelmiş geçmiş en mükemmel oyuncak olduğunu düşünüyorum.

peki bu oyuncak neden mükemmeldi? bir kere alenen katli otoparkti. rengarenk plastiklerle olusturulmus, asansorlu, doner yollu enfes bir sey.. agzina sictigim arkadasim onurun almanyada yasayan teyzesi tarafindan onura getirtilmis sonrasinda aynisi yeni karamursel in konak magazasinda satilir olmustu.. bu almanyada yaşayan über akraba hadisesine de çok garezim var arkadaş.. adamlar paso oyuncak getirirlerdi almanyada.. almanya sanki kompile şekerden, oyuncaktan yapilan bir şey. hani ikinci dünya savaşı falan yapıyorlar ama, oyuncak silahları olduğundan yeniliyorlar sanki. eh nihayetinde plastik mermiyle moskovayi alamiyorsun..

her neyse ben aynen reyonda geçirdiğim, ve altta bahsettiğim tüm süreyi buna bakinarak gecirmeye baslamistim.. şimdi katli otoparkti ama benim evdeki majorette arabalar buna gitmezdi. eger bu alinirsa muhakkak ki yeni bir kac tane daha araba almak gerekecekti. tipik yeni ev sendromu. sıçtığı kabı beğenmeyen adam tripleri.. ama sonucta arabalar boyle yanaşacak, araba asansorunu kullanacaklardı icabinda (burda fotosu olanın aksine benimkisinde araba asansoru vardı, ama piller kutuya dahil değildi.. ayrıca satılıyordu) hop çok janti bir şekilde park edeceklerdi. sonra acil bir işleri çıkacatı, direk apartmanın üstünden atlayarak aşağı inerlerken "dinazor" dergisinden parca parca alarak yaptigim trex ile karsilasacaklardi. martin mcfly ne yapacagini bilmez bir sekilde geri vitese basip otoparka geri cikacakti.. orada ninja kaplumbagalar ile trex i alt edeceklerdi.. böyle planlarim vardi o katli otoparki alinca..

ama bakmakla yetindik tabi.. hatta "oyuncak reyonu cocuklari" ile arkadas olmus, oyuncak reyonunda calisan adamin(kadın bir çocuğu tekmelediği için kovulmuştu sanırım) tüm mesaisini pic eder olmustuk.. sonra o da cisi geldigi ve legolarin arkasina isemeye calistigi icin atildi gerci.. sanirim.. ben de biraz büyüdüm, ve anadolu lisesini kazandim diye, zorla pro action football gibi dünyanin en sikko oyuncağını aldırdım..

Oyuncak Reyonu



Tek çocuk olmanın getirilerinden birisi kücükken annenin gittiği her yere yanında gitmek. iki veya üç çocuk olsan "bu kadar çocukla alışverişe gidilmez" denir ve birisine bırakılır çocuk. ama tek çocuk olunca elinden tuttuğun gibi götürüyorsun alışverişe.. alenen anne terörü..

ama kadın ykm'ye gittiğimizde tak diye bırakırdı beni oyuncak reyonuna.. ikinci katta,merdivenleri çıkında hemen sağ tarafta. 20 metre kare bir yer ama benim için "uur harikalar diyarinda" gibi bir şey.. allah allah. legolar, batman oyuncaklari, oyuncak katlı araba otoparkı, maketler, puzzlelar.. ben orada takiliyorum işte.. bir saat iki saat. oyuncaklarla oynadigim da yok. bakiyoruz işte. "batman arabasi" ile büyük aşk yaşıyoruz o siralar. biliyorum almayacak annem o oyuncağı bana ama fantezilerim var. elbet birisi alacak o arabayı, ve sonra ben takip edicem onu. sonra muhakkak yere düşürecek alan adam. çünkü batman arabasi o itina ile taşınması gerekli.. kesin düşer ya.. düşmemesine imkan yok. hop sonra kaparım. aparttayım çünkü, kgb tarafından eğitilen bir oyuncak ajanıyım ben..

bi gün birisi almış o batman arabasını. gittik ykm'ye yine.. annem beni oyuncak reyonuna parketti. koştum aşkımın yanına.. aman tanrım, batman arabası yok. gudubet bi kari vardi reyonda "batman arabası gitmiş" dedim.. "aldılar onu" dedi bana.. hayatimdaki ilk terkediliştir muhtemelen..



ama metanetli cocuktum. yaklasik 5 dakika sonra yeni aşkımı buldu. bi denizaltıydı bu. ama böyle içinde kücük plastik askerler falan var.. bildiğin bebek evi, ama denizalti seklinde dizayn edilmis olani. bunu kaptirmicaktim abi.. kimse almicakti bunu, ve ben ilerde okulu bitirecek, para kazanacak gidip alacaktim.. bu uğurda 3 çocuğu tartakladim. baktım olacak gibi değil. kovalaniyorum oyuncak reyonundan ve devamli olarak "6 yaşlarında uğur adındaki bir cocuk kaybolmustur" anonsları ile muhattap oluyorum. oyuncak reyonundan atildigim zaman erkek reyonuna giriyorum, takim elbiselerin arasında kayboluyorum..

siktir ettim hatti mudafayi ve satti mudafaya gectim o vakit.. cocuklara karşı piskolojik savaş uygulamaya başladim. deniz altina göz gezdirenlere "hah kırılır bu ya.. en güzeli lego arkadas" ayaklari cekiyordum.. benim olmayacaksa, kimsenin de olmayacaktı o denizalti kararliydim..

sanırım o günlerden kalan bir manyak piskoloji bu.. bir şeye sahip değilsem kimse sahip olamasin istiyorum. az once yiyemedigim besini, yenmez bir şekile getirirken farkettim bu manyakliğimi bir kez daha.. hay allah nasil aşılır ki bu meymenetsizlik?

ateskes

israil'den sonra bugun de hamas 1 haftalik bir ateşkesi kabul etti. oysa hamas da, israil'de aynı şekilde telaffuz ediyorlar barış kelimesini.. birinin selam'i digerinin shalom'u. ortak söylemek bu kadar zor mu anlam veremiyorum..

Hamas, PKK, Terörizm, Türkiye...


Sıcak bir ağustos günüydü. Frieda Mendelsohn acıkmış, gaztesini de kolunun altına alıp köşedeki sevdiği yönelmişti. içeriye girip sakince okuyacaktı gazetesini. tarih 6 ağustos 2001 gösteriyordu. içerisi kalabalık. Anlaşılan o ki sakin bir şekilde gazetesini okuyamayacaktı. Schijveschuurder ailesi oradaydı çünkü. anne ve baba Schijveschuurder ve 14, 4 ve 2 yaşındaki çocukları ortada terör estiriyorlardı. Hoş 14 yaşındaki Ra'aya yan masadaki 10 yaşındaki Yocheved ile arkadaş olmuştu bile. Hava sıcaktı. Sapı kanlı kör bir bıçaktı sıcak.. 8 yaşındaki Tamara'nın tattığı son şeydi domatesli pizzası. Birden restoranın orta yerinde yakışıklı bir çocuk, kendini patlatmıştı. Hava sıcaktı..

O gün orada ülkesini esaretten kurtarmak isteyen insanın kendisini patlaması neticesinde sekizi çocuk 15 kişi öldü ve 150 kişi yaralandı..

Pazar sabahı 7 gibi kalktım gazeteleri okuyorum:

İnsani Yardım Vakfı’nın davetlisi olarak İstanbul’da bulunan Ebu Zuhri dünkü basın toplantısında, “Eğer Türkiye Gazze hududunda olsaydı, bunlar asla yaşanmazdı” dedi.

Sanki bu ülke son 25 senedir terörizm'in pençesinde kıvranmıyormuş gibi, bir terörist örgütü konuşması için davet ediyoruz. Bu terörist örgüt ki tamamen sivillerin bulunduğu otobüslere, pizzacilara, okullara canlı bomba gönderip sözde vatanseverlik yapıyor, bu terörist örgüt ki ciddi ciddi çocukların arkasına saklanıyor, camilere sığınıyor.. onun teröristi bizim vatanperverimiz oluyor.. bugun hamas'a kucak açıyorsak, onlar gelsin burada konuşsun diyorsak, hiç bir şekilde "avrupa pkk'yi destekliyor" demeye hakkımız yok. "fakat sen de hamas'i destekliyorsun ne iş?" deseler diyecek cevabın var mı? yok.. hamas öldürmüyor mu çocukları? öldürüyor.. bu mu milli mucadele? otobüslere intihar bombacısı koymak mı? okul kampüslerine, pizzacılara? yazık.. şimdi içimiz kanayarak, bir şeyler yapamamanın hırsı ile bakıp yumruklarımızı sıktığımız filistinli çocuklar gibi ölen o masum yahudi çocuklara yazık.

ya da biz, memleketimiz tarihte eşi görülmemiş bir iki yüzlülüğe imza atıyor. dini musevilik olan çocukların ölmesini o kadar dert etmezken, musluman cocukları dert ediyor. oysa ki her canlının canı eşit değil midir bizim dinimizce? yahudi, hristiyan, müslüman olması fark eder mi?




tamam kimse sebepsiz yapmaz bu işleri, ve savaşı da başlatan hamas değil, ama hamas'ın yaptığı da terörizm.. bunu bi kabul etmek gerek.. tamam israil haksız,ama hamas ondan da haksız.. ama sonra bir bakıyorsun israil daha da haksız.. yarın hamas israil'den daha haksız olacak. kısır dandik bir döngü. sonuçta çocukların öldüğü iki ucu boklu değnek bu..

oysa ki bu iki halkın kelimeleri aynı, insanları aynı, yemekleri, adetleri aynı, sadece dinleri farklı. birisi kendisini savunmak için terör örgütlerinin arkasına sığınıyor, ve o terör örgütü de çocukları, camileri kendisine siper ediyor, diğeri "bunların hepsi hamas" diyor, atıyor fosfor bombasını.. kurunun yanında yaşı da yakıyor. destek'i yok etmeye çalışıyor sözde "siz bunlara sempati duyarsanız sizin hepinizi öldürürüz" diyor.. iki tarafı da anlamanın insan aklıyla imkanı yok.



özetle, bugun israilde yaşanan ve her saati kalbimi dağlayan olayların sorumluluğu tek bir tarafta değildir. bugun israil'de yaşananlar tek bir düşüncenin eseri değildir. bir tarafın günahı ötekinden az değil. aynı bokun yeşiline destek vermesini istemiyorum ben ülkemin, ben ülkemin barışa bir şans vermesini istiyorum. barış için mucadele etmesini istiyorum. çocuklar ölmesin diye mücadele etmesini istiyorum. bir tarafın kazanması için değil!


bu site komik komik şeyler yazmaya bir süre ara vermiştir..

Cumartesi, Ocak 17, 2009

17 ocak 2008 altay ankaraspor maçı

(ankaraspor filelerine asılan davinçi imitasyon tablosuna tüm oyuncular baka kaldılar)

Soğuk bir izmir gününde, altay alsancak stadında oynanan, ve öyle veya böyle ankara panterlerinin altay'i 3-2 yendikleri musabakadir.

türkiye kupasının dandik statüsü gereği 5 takımın yarıştığı grupta son maçlara girerken hadise garip bir şekle bürünmüş, bu maçın her farklı neticesi bambaşka takımları çeyrek finale çıkarır hale gelmişti. altay kazansa altay, ankaraspor kazansa ankaraspor, berabere kalsalar newcastle united çeyrek finale çıkacaktı.. hadise başlı başına garipken klup bilet fiyatlarini acaip şekillere sokuyordu.. hafta içinde açık tribun bileti 5 tl olarak açıklanmış, çarşamba gibi 7 tl'yi bir ara denemiş, ama 7.37 pisikolojik sınırını geçememişti.. maç günü açık tribun biletleri 1 tl iken, çiğdem 50 kuruş'a satılıyordu..

izmir güzeldi, tatlı bir soğuk vardı. ama maçın sonuna doğru o soğuyun inceden inceye içeriye işleyen bir zemheri soğuğu olduğunu farkedecektik.. altay maça siyah formasiyla, ankaraspor da maça beyaz mavi formasi ile çıkıyordu. maçtan önce feyyaz aykut'a "siz böyle güçlü oldunuz de nigris'i bize verin" diye takılıyor, aykut'un manidar gülüşü feyyaz'in "ciddiyim" lafı ile bölünüyordu. maç başlamadan soğuk bir hava esmişti.

dakikalar 2 (iki) yi gösterirken şehmuz sol kanattan klup binasi tarafindaki kaleye doğru girerken kendini yerde buldu.. kalktığında tiago çoktan golunu atmiş, 3 tane de takla atmıştı üstüne.. tribunler "bitirsene hakem" diye bağırırken 15. dakika olmuştu bile.. bir serbest vuruş organizasyonunda ankaraspor özer ile golu buluyordu.. çok geçmiyordu ki sağ kanatta erdi, kaleci gökhan'ın bırak diye bağırmasına aldırmıyor, hatta gidip gökhan'ın tuttuğu topu ortaya çıkartıyordu. top ortada boş boş gezerken, sahsen ben "ya of abi böyle gol olmaz" diyerek topu taça atabilecekken, elin ankaralısı uğur acımıyordu.. 2-1 olmuştu. golden sonra gökhan erdi'ye galiz laflar söylüyor, erdi "terbiyesizlik yapma bana!" diye çıkışıyor, gökhan da "tamam abi, sen haklısın hep sen haklisin anasini satiim" diyerek ortamı yumuşatıyordu..
(altaylı oyuncular şehmuz'un golünden sonra mehmet'in donunu indirmeye çalıştılar ama genç oyuncu bunu engelledi)

ama altay istekliydi ve büyüktü.. sağdan yükleniyor, içeriye doğru bir orta çakılıyor, şehmuz alenen apollon gibi gökten inerek çakıyordu kafayi. maç 2-2 olmuştu ve altay hakket istekliydi. tiago sağdan iniyor, ortadaki boş canı görmüyordu ve altay öne geçme şansını yitiriyordu. hakem cüneyt çakır ilk yarının son düdüğünü çalarken tuvaletlerde yaşanacaklardan habersizdi (stephan king ekolu)

yaklaşık 1500 kadar taraftar tuvaletlere yığılmış, işeyen kişilere piskolojik baskı kuruyorlardı.. düşünün pisuarda işemeye çalışıyorsunuz arkanızda 1000 kişi, ve yarısı çüklerini çıkarmışlar işemeye hazır duruyorlar.. aman tanrım..

her neyse bu travmatik olaydan sonra ikinci yarı başlıyordu. başlar başlamaz da şehmuz'un bir hatasi ile konate topla buluşuyor, gökhan ile karşı karşıya gelmek için canla başla topu iktiriyordu. altaylı oyuncular musabakayi coktan birakmiş "ofsayt hoca" diye bağırmaya girişmişlerdi. esmer golcu kanote açımıyor skoru 3-2 yapıyordu..

altay takımı komple yükleniyordu ankaraspor kalesine ama gol bir türlü gelmiyordu. şehmuzun ve can'ın kafaları direklerden dönüyor, altay'ın attığı bir gol "ittirdi! ben gördüm ittirdi" diyen cüneyt çakır tarafından yeniliyordu..

velhasıl oyuna can'ın yerine giren burak'da etkisiz kalinca, altay sahadan 3-2 yenik ayrılıyordu.. 79-80 sezonunun tekrarlanması bir sonraki sezona kalıyordu.. altay çok çabalamış, çok savaşmıştı ama kendi takımının beceriksiz defansına engel olamamıştı..

Haftanın Şarkısı #4


bu hafta pazartesi'den evvel haftanın şarkısını ayarladım zira hafta içinde işlerim var.. eksik kalsın istemiyorum.. şarkımız semiramis pekkan'dan.. aşkolsun sevgilim sana.. öyle bi mesaj kaygısı falan yok. baştan söyleyeyim de. sadece melodisini tonunu acaip çok seviyorum. orjinalini bulsaydım orjinalini haftanın şarkısı yapardım. dandik sözleri olanını değil..

ıssız adamla birlikte gazlanan semiramis pekkan sevgisinin görünmeyen tarafinda bulunan enfes bir sarkidir askolsun sevgilim sana.. muhtemelen enrico macias gibi bir adama aittir orjinali bu sarkinin. bizzat semiramis hanim'a mail attim bu konuda ama bir geri donusu olmadi.. tabi paramiz yok ya bizim. yatimiz katimiz yok ya geri donulmez tabi.. her neyse.. sarki 1972 tarihli semiramis adli albümden.. zaten semiramis pekkan'in tüm albümlerinin ismi semiramis.. yat filosu adlandirir gibi albüm adlandirmislar.. "semiramis bir","semiramis ii","semiramis kaptan","sehit ast tegmen semiramis" gibi albüm isimleri var ki garip.. ajda pekkan gibi bir süperstarin kiz kardesine semiramis simpson a yakismiyor bu hic.. her neyse.. sarki mükemmel.. ama sözler dandik gerçekten.. iki satır bir şey yazılmış zaten. neresi güzel olabilir ki?

ps: o gobek niye öyle ya?

Muazzam para

kemal sunalli çöpcüler krali filminde erdal özyagcilarin babasi ihsan yüceye kemal sunal hakkinda dedigi seyin temasıdır bu. "çöpçü deyip geçme baba muazzam para kazanıyorlar".. hakket o donem sendikayla mendikayla copculer sahane para almislardir.. aldık.. arkadaslar da aldi.. copculukten geliyorum. kolay mı bu noktada bulunmak..

şimdi bunlar elestiriliyor.. cok para aldilar ettiler deniyor.. türlü olaylar oldu aldiklari parayi mindar ettiler deniyor..

olaylarin asli 1971 senesinde corum ilinde bir provakasyon sonucu "aleviler leblebi yiorlar ve yiyemediklerini yerlere atiyor copculer de bunlara "bravo kirletin kirletin" diye tempo tutuyorlar" soylemi corum sokaklarinda yankilanmisti. donemin basbakani nihat erim dahi provakasyonlara kapilmis "bu copculere biri haddini bildirmeli" demistir.. sonra kara çöp katliami olarak anilacak polis ve ordu despotizimi ile copculer corumda sindirilmis ben ve dava arkadasim abdi sahapoglu ve bir kac arkadasimiz daha yakalanarak sinop ceza evinde türlü işkencelere maruz kaldik.. peki sindirildik mi? hayir.. peki halk mazlum oldugumuz gördü mü? evet.. corum ilinde kahramanliklarimiz yankilandi mi ? evet..

işte corumun hikayesi budur.. neden corum diyenlere ben kan ile yazilmis bir tarih işkence ile belgelenmiş bir soylem birakirim..

mahmut haseki olayi ise tamamen kamu oyunu yaniltma ve sendikayi yipratmanin neticesidir. bu mahmut haseki denen kişi ne bizim amerikan çöp konteynirlarini yakma girisimlerimizde yer almis ne de "amerikan çöpleri defol" mitingimizde bulunmustur. tamamen devletin destegi ile sendikanin içine siyrilmis "herkese son model çöp arabalari" gibi devlet destekli vaadler ile kooperatifin basina gelmistir.







efendiler eger tarihi incelemek istiyorsaniz 1973 petrol krizinden sonra kac 3. dünya ülkesinde darbe olduguna bakin? kacinda grevler ciktigina sendikalar ciktigina bakin.. ben söyleyeyim yüzde 90 inda darbe olmus geri kalaninda amerikan güdümlü yonetimler basa gecmistir.

copculerin, copculerimizin bugun sendikalarini gücsüzlügü veyahut sendikalarinin devletle el ele bulunmasi cagimizin neu kapitalist düzenin bir ürünüdür. gecmis güzel günler unutulmus daha güzel yarinlar için calisan insanlar "global bir firtinaya karsi durmak salakliktir" dedikleri için doneklikle atfedilir olmuslardir.

sorarim size ne yapabilirdik? ne yapabiliriz. ingilterede dahi komur madenleri margaret thatcher in demir yumrugu altinda titrerken biz idama mi yürümeliydik? o zaman mi dönek olmayacaktik?

her neyse petit beyimiz gelip sorulara cevap versin bakalım...