Salı, Aralık 30, 2008

Yılbaşı yaza alınsın

Ben şu anki üşümemle böyle bir kampanya yapmak istiyorum. zaten feci aktivistim bugün.. yıl başı yaza alınsın arkadaş.. kim ne der ki?

yani sahsen ben anlam veremiyorum bu hadiseye. niye yilbasi denilen hadise kisin olsun. üsüoruz. sokaklarda eglenesin gelior usuorsun, "efendim kar yagior ambians oluor cok sahane uuuw" diyenler var "nerede lan kar?" diye cirkinlesirim onlara.. (izmir'de yok en azindan. ben izmirden sorumluyum)

kar gibi bir arti hadise ise tabiyatin rastgelentisine (bu kelimeye de trademark koysam yeri) bagli ise o zaman yapalim arkadas 15 temmuzda yilbasimizi.. kim ne diyecek? "efendim o an sey olmuor yeni yil oncin" diycek sorarim? hadi sordular "neden temmuzda yil basi yapiorsunuz" dediler cevap hazir "bizim isayi gec yazdirdik nufusa" oldu bitti anasini satiim.. üsüdügümüze degmez be.. akariz plajlara, akariz bodrum gecelerine yilbasi ayagina.. var mi boyle güzellik..

hiç olmadı yıl başı dönsün dini bayramlar gibi. bi oradan bi oraya.. 12 senede bir kışa denk gelsin. hemen geçsin kışı yine yaz olsun.. o şekil..

avustralyali işi biliyor arkadaş.. ben onu bilir onu söylerim. bakın aşağıda resimleri var..



yıllar yılı anzak diye hitap edilen, icabında horlanan insanlar yıl başına bu şekil giriyorlar.. üzülüyor tabi insan.. neden benim halkım yazın girmesin yeni yıla diyor? balkonlarda karpuz yiyerek?

her neyse.. yine de mutlu yıllar.. yeni yıl şarkısı sunayim hemen ben size(özellikle nemo ya tabi):


Tek Maçtan Yatanlar Sendikası


bir eksikliği kapatacak, mazlumların hakkini arayacak, toplumun refahini saglayacak bir sendikadir, bir örgüttür bu.. hesap sormaya, taviz vermemeye yonelik bir olusumdur..

hepimizin başına gelmiştir.. 500 milyon alacagimiz kuponda 1 e 4.2 oranlari tutmuş, ama chelsea gidip watford a yenilmiştir.. 1.05 lik orandan yatmistir o kupon.. işte bu sendika, bu maçların oluşmasından sonra hesap soracak.. sahadaki insan daha bir sorumlu oynayacak o zaman.. mesela barselonali oyuncu messi diyecek "ben bu cluj u yenemessem tek mactan yatanlar sendikasi benim üzerime yürür, boykot olur, bez bebeklerim yakılır, tavir alinir". o zaman daha sevkle oynayacak atacak da golunu. barcelona nou camp'da cluj ile berabere kalmayacak..

örgütlenelim efendiler.. örgütlenelim hanfendiler.. birlik olduğumuz sürece hakkımızı elde ederiz!

misal aynı sendikayı yıl başı çekilişinde ikramiye çıkmayan biletler için de işletebiliriz.. o da 6 liralik çeyrek bilet aliyor, ben de 6 liralik bilet aliyorum. ona niye 6.5 milyon çıkıyor da bana amorti bile çıkmıyor? bu haksızlık değil mi? evet büyük haksızlık. ya ikramiye çıkacak biletler pahalı olsun, ya da herkese ikramiye çıksın..

işte sendikamız bunları düzenlemek, haksizliklari gidermek için kurulacaktir.. yaşasın!


günlerin bugun getirdiği, tek maçtan yatmaktır
ancak bu böyle gitmez, inter kendi sahasında kaybetmez
yepyeni bir kupon gelir biz de ve her yerde

timyabeçe, timyabeçe bahisçinin, kumarbazın sendikası
binlerce tl'nin şanlı yolunda, ilerleyen halkın sendikası

Alpacino kredibilitesi

ne zamandir düsünüordum boyle biseyi de tam olarak adlandiramamistim. iyi oldu internetten bir yerlerden buldum bu tamlamayi... böyle de feci havali oldu.. nasil ki hastalik örnek vakka üzerinden adlandirilir o sekil..

her neyse efendiler bu hadise al pacino veya türevlerinin ne yaparlarsa yapsinlar, ne kadar kötü olurlarsa olsunlar yaptiklari ile begeni toplayabileceklerini gosterir.. 10 tane film cekse alpacino ve 9 u paspal olsa yine de 10 unuda izlerim mesela.. sinemada özellikle bu hadiseye cok rastlaniyor.. yasamin kiyisinda paspal otesi bir film olmasina ragmen sinemalar doluyor zira fatih akin in "al pacino kredibilitesi" var.. o izlettiriyor filmi.. ayni sekilde tim burton ve sweeney todd hadisesi..

bugun ben cikip oskarlik iş yapsam.. yirtinsam, delirsem burada.. türlü türlü tekniklerle türlü türlü varoluslar ile sinemada cigir acsam en iyisinden "aferim" alirim.. ama bu adamlar kumulatif olarak basarili olduklarindan artik sikko işleri ile bile ödül alabiliorlar, osursalar altin portakal, sicsalar altin ayi nin en iyi efekt ödüllerine aday gosteriliyorlar..

hülasa marx abimizin kümülatif deger teorisi de bunu soyler.. bir sekilde eklersiniz işte gecmisteki yaptiklariniza daha güzel seyler yapmak icin falan filan.. aslinda marx in alenen konuyla ilgisi yok sadece entelektüel oldugum annasilsin diye sey ediim dedim..

hazir sinemadan bahsetmisken bu coen biraderlerle de yakin temas kurmak istedigimi belirtmek istiorum

kaşım gozum benzior bu arkadaslara.. gitsem soyle kücük bir vilayetinin nufus mudurlugunden soy adimi "benimkinin sikindirik olmasi neticesinde coen olarak deiştirmek istiyorum hakim bey" desem de degistirsem.. sonra ver elini amerika diye "selam abilerim ben geldim.. ben de sizin kardesinizim" desem soyle ayak yapsam diyorum.. artik tatli dil dokmekle bir 3. olmayi umuorum. sacsa benzior, kaşsa benzior arkadas..

hele bi coen birader titrini alalim sonra cekecegimiz filmler "ücümüze ücünüz bayram etsin cükümüz" misali olmazsa serefsizim.


geçen nemo dedi "sen de ilerde finans terimleri ile konusup tav edersin beni" dedi.. ilerisi yok şu an da konuşabilirim kücük hanim! bakin işte kredibilite.. hell yeah!

Pazartesi, Aralık 29, 2008

30'lu yıllar


ömrümüz yeter de bir 30 sene yaşar 2040lari gorursek, o zaman "30lar çok sahaneydi, aleminyum folyo giyerdik" diye anlatiriz. ama simdilik 30lu yillar dendiginde benim aklima yeni kurulan cumhuriyet, fotr sapka, birinci sigarasi, sümerbank, ford t model gelmekte.. yaşasin 1930'lu yillar..

bir kere siyah beyaz yillardir bu yillar. insanlarin ellerinde devamli sigara vardir.. jet motoru'nu bulan muhendis ol istersen, istersen yargic ol her yerde sigara içebilirsin.. o yüzden siyah beyaz fotolara bakildiginda keskin bir sigara kokusu hissedilmelidir bence..

fotograf ve sinema daha kitleler tarafindan büyülü biliniyor, çiçek hastaligi ve çocuk felci gelişmiş ülkelerdeki insanlari da öldürüyor, agir bir ekonomik kriz ile boguşan dünyada gelişmiş ülkelerin bile gelişmedigi farkediliyordu.. keynes hayattaydi o zamanlar, mustafa kemal de, rosa parks, ve gandhi ve hitler, ve mussolini, franco... adile naşit ise istanbulda soğuk bir evde geliyordu dünyaya mesela.



dünya'nin tarihinde gördügü en büyük savastan henüz cikilan, o silahli savasta ölmeyenlerin, ekonomik krizle açlıktan ölme riski aldiklari yillardir otuzlu yillar.. fotograf bilinmezligini hala korurken, sinema ilk süperstarlarini cikartiyordu. rudolp valentino ya benzeme yarismasina bir türk subayi da katiliyordu hatta..

futbol dünyada global olarak yayilmaya başlarken, ilk dünya kupalari uruguay'in oluyordu.. kimse keynes'i dinlemiyor, versay anlasmasinin yükümlerini agir bulan almanya nasyonal sosyalizm'i desteklemeye başlıyordu.. zeplinler tarihlerindeki son yolculukları yapıyor, atlantigi ucakla geçmeye başaran ilk insan olma yarışında insanlar ölüyordu..


big band rüzgari tüm dünyayi sarmisken, insanlar istisnasiz olarak fötr sapkalarini tutuyorlardı. türkiye on yilda on beş milyon genç yetiştiriyor, anayurt'u demir aglarla örüyordu.. genç cumhuriyet yurdun her tarafinda fabrikalar açıyor, on sene oncesini unutmaya çalışıyordu.. mustafa kemal, "atatürk" oluyor, o tarihte kocaman adam olan herkesin iki ismi oluyordu..

istanbul'daki uc eroin fabrikasi çalışıyor, insanlarin çalıştıkları iş yerleri hep yürüme mesafelerinde var oluyordu. zaten araba dedigin pek yoktu. arabalar ekonomik krizi aşmanın tek yolunun ful istihdam'dan geçtigini düsünen keynes'in verdigi gazla yapilan otobanlardan sonra ortaya cikmaya basliyordu.. "ebuuuubaaa" diye giden arabalar ankara istanbul arasında gidip gelmeye başlamışlardı.. 1934 yilinda radyolarda türk müzigi yayinlanması yasaklaniyor. halk brahms, mozart, beethoven dinliyor. devlet kontrolunde.



yeşil koskun lambalari hakkinda bir tereddüt oldugu yillar.. arayip da sorulmuyor tabi
"alo, yesil kosk mu? yaniyor mu lambalariniz?" denmiyor tabi.. bir telgraf var, o da pahali ve sira var zaten.. hop direk sarkisi yaziliyor ayni konseptte

"yaniyor mu yesil koskun lambasi yaar
hiç bitmiyor şu gonlumun kavgasi"

ve müzeyyen senar manisa'da yazlik bir sinemada soylerken bu sarkiyi, kimbilir nedendir, onu izleyen manisa tarzan'inin gozleri doluyor..



tayyare piyangosu çekilirken, otomobil uçar gider şeklinde sarkilar soyleniyor, radyo'da hemen ajans haberlerinden sonra.. berlin'de olimpiyatlardan bahsediyor ayni radyo ve yaşar erkan'in adolf hitlerden madalyasini bizzat alacagindan dem vuruyor..



beyoglun'daki "azizyan" kitapevine steinbeck'in yeni kitabi geliyor "fareler ve insanlar".. insanlar fötr sapkalarinin altinda clark gable gibi ince biyiklar birakirken, clark gable empire state'in acilis töreninde kirmizi halida yürüyor.. bay mustafa ise henuz koye yoktan bir acı getiriyor.. oysa bambaşka memleketlerde, insanlar renkleri ayni olmadiklari için, beyaz kukuletali insanlar tarafindan öldürülüyor..



velhasil fakir ama güzel yillardir otuzlu yillar.. fakir ama daha yakın, fakir ama daha ihtirasli, fakir ama umut dolu, fakir ama korkulu yıllar.
ama en nihayetinde rüzgar gibi geçti deniliyor.. hatta filmi bile çekiliyor o tarihte.. sonunda ise savaş.. acıyla dolu bir 10 sene..

bu arada tüm yazı boyunca "umarım" dinlediğiniz parça, 30ların o tozlu havasını en iyi anlatan eserlerden birisi bence..

Pazar, Aralık 28, 2008

filistin ölmesin

"orta doğu sorununun ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok" diyen insanların yaşadığı bir toplumda var olmak istiyorum..

29 sene



29 yıl geçmiş bugun. 25 inde ben vardım. nice yıllara anne baba. şarkınızla birlikte bir selam çakayim istedim. hatta yukarda şarkınız aşığıda 29 yıl öncesinin görüntüsü..

poly var bizim bi arkadaş. annem burada ne çok benzemiş ona. ya da bilmiyorum başkasına da benziyor olabilir. ama kendisine benzemediği kesin. insan bir noktada gece yemelerini kesmeli şu fotodan ders almalı. annemin yanındaki de teyzem (bıyıksız olan) şimdi ikisi birlikte asansöre binemiyorlar. asansör isyan ediyor. babamın da üstündeki paralar "paranın para olduğu zamandan" belli. Ayrıca o kravat duruyor yahu hala. geçen taktım ben hatta.. vay anasını.

youtube izleyemeyenler ktunnelden izlemek isterlerse tam olarak link şu: http://www.youtube.com/watch?v=I_9r_2q_o50

Samson



israiloglullarinin herkülüdür samson. pis metalci oldugundan saclari uzun lepiska gibi bir oglandir. (arkadaslar benzetiyorlar beni) tüm gücünü saclarindan alir fekat. ama kendisinden baska kimse bilmez bunu. hatta kendisi de bilmez. liseden sonra öss yi kazaninca saclarini uzatmaya baslamis uzattikca da güclenmistir. ankara üniversitesi siyasal bilmilerini kazanan samsun üniversitede delilah adli bir kizla tanisir.

delilah samson un gücünün nereden geldigini merak eder zira samson'un düsmanlarinin bir üyesidir. asna fisne ederler. bir gecede soyletemez, iki olur 3 olur en sonunda samson delilah a sirilsiklam asik olunca soyleyiverir

"bebegim saclarimdan geliyor gücüm"



ve tarihteki ilk kadin oyunudur neredeyse delilah in samson un saclarini kesip onu öldürmesi.. çok açıklıdır..

binlerce yil sonra ukraynaya gidecek türk kafilesine şu ogut verilecektir

"kariyi gondermeden uyumayin. kari orada kalir her seyi yapar siz uyurken"

hal boyleyken boyle efendiler, hanfendiler.. bir de sarki cakayim tam olsun...


Cumartesi, Aralık 27, 2008

Nato


Avrupa Birliği zamazingosu hakkında çalışırken, Nato konusunda da baya bir bilgi edindim.. Nato nedir ne değildir kıvamında..

komunizm ile savasi din ekseninde ve bir sekilde kontrgerilla ekseninde yapmis birliktir bu nato. resmi ve gayri resmi bir şekilde komunizm ile savaşmiştır zamanında.. şimdi ergenekon muhabbeti jitem muhabbeti olduğu için diyorum ki, bu jitem ve ergenekon nato gazı ile komunizm'e karşı kurulmuş örgütlerdir en başında..

izmirde evimiz daha dogrusu babaanemin evi nato lojmanlarinin yaninda oldugu icin muhabbetlerden haberdarim.. kücük bir pic olan ben o zamanlardan daha "gladio" yu sezmistim. tamam yalan soyluyorum. babaannemin evi alsancak stadinin yanindaydi. natoyu degil anasini satayim altayli sanveri izliyorduk..

her neyse konu o degil. natonun komunizm ile savasirken dini kullanmasi bugunun dünya düzeninin bicimlenmesini saglamistir. makyevelist olarak basariya giden yolda her yolun mubah olduguna inanmis bu yolla gayri nizami savas teknikleri gelistirmistir. gladio bunlardan biridir mesela. türkiyede ki abdullah catlilar gibi her nato ülkesinde bu örgütlerden bulunurdu. ilk cozuleni temiz eller zamazingosu sayesinde italya'nin ki oldu. hos italyan ordusunun en basarili askeri operasyonun lecce de bir kuyuya düsen keciyi kurtarmak oldugunu dusunursek gladio'nun bu kadar gizli kalmasi bile bir mucize.. fransada "plan bleu", isvicrede "projekt 46", ispanyada "montejurra" ve türkiyede "mahmut tuncer" gibi isimlerle anilan bu orgutler (edit: mahmut tuncer bir yanlislik eseri oraya girmis dogrusu "kontrgerilla" natonun "geri plan ordusu" adini verdigi bir hadisenin ürünleridir. hesapta bir sovyet savasi sirasinda cephe icinde kalarak partizan orgutlenmelere girecek bu orgutler derin devlet olmuslar, vatan vatandastan daha önemlidir dusturunu benimseyip devlet fasizminin kralini sunmuslardir..

bu bakimdan nato basarisiz bir ciftci gibidir.. tarlasindaki farelerle bas etmek icin kedi dolduran, kedilerle bas etmek icin kopek dolduran ve kopekler tarafindan yenilen bir ciftci gibidir.. fak yeah..

Cuma, Aralık 26, 2008

Spartacus


bu spartacus tarihciler tarafindan trakyali oldugu iddia edilsede daha spesifik olarak "keşanlidir".. "aydi bre kizanlar isyan edelim be yav. yeter bu zulum bize cektirilen.. kapcikagizlilarin adlerini bildirelim" diyerek ayaklanmasina ayaklanmistir.. hoş 2 tane lejyoner alayini da tarumar edip neseli bir hasan mutlucan türküsü esliginde alpleri gecip, makedonya üzerinden keşan a gelebilirdi, krallar gibi hayat yasardi orada, özgür olurdu, bir tane kücük tarlasi olurdu, domat ve bilhassa sivri biber ekerdi ama kendisini bilmez bir kac kapcik agizli gladyatorun gazlamasi ile "aman milan roma maci var onu izleyelim hafiz" demesi ile yine güney italyaya dogru yoneldiler.. (entrynin bundan sonrasini hababam sinifi müziginin slow versionun da okursaniz daha güzel, daha nefis olacaktir) emegin ve bilhassa emekcinin dostu bu kitle, geldikce gelen, donanimli ve parali ve karni tok lejyoner ordulari tarafindan pare pare edildi.. spartağküs ve yandasi 6000 kisi, su çizmeye benzeyen italyan yarim adasinin, topuk kismisndaki ,apulya da carmiha gerildiler.. hatta denir ki 6000 kisi carmiha oyle gerilmistir ki, apulya ile capua arasindaki yolun kenari silme carmihla dolmustur

Perşembe, Aralık 25, 2008

Gazinocular kralı



gezelim gorelim tarzi programlar oluyor ne bileyim gidiyorlar amasyaya "işte son kalan elma yetiştiricisi" diyorlar ne bileyim sivasa gidiyorlar bakircilar carsisina "işte unutulan degerlerimizden bir tanesi bakircilik. bakin nasil tokmakliyor.. artik boyle tokmakcilar nerdeeee" falan diyorlar. ama bir allahın kulunun aklina gideyim istanbula akayim beyogluna "işte son kalan bir kac kraldan biri" diye bir gazinocular kralini cekmek gelmiyor..

boyle mi gazetecilik oluyor? boyle mi muhabircilik oluyor? yazik cok yazik.. sonra "vay efendim neden 8 dalda askiya alindi muzakereler" sen daha gazinocular kralina dahi sahip cikamassan tabi alinir.. kaybolan degerler bunnar.. yazik..

İntihar sincabı



küresel ısınmaya karşı olan kampanyalar, hadiseler kar yağınca, biz üşüyünce birden bıçak gibi kesiliyor.. "hani küresel ısınıyorduk, götümüz donuyor mina koyiim" diyen bir kitle var dışarda.. ama hayır dostlarım, ben unutmadim buzulların eridiğini, penguenlerin ve fokların birer birer eridiğini. yoo adamım yooo..


ama şimdi ne yapsak boş. anlamıyor millet. bu yüzden sanirim artik radikal planlamalarin, radikal düsüncelerin, daha dikkat cekecek yaklasimlarin zamanı geldi. intihar sincaplari projem de bu yüzden bir devrim niteligi taşıyor. bugun belki "yaaa çoook şirin hayvanlar onlar niye yaa" diyecek insanlar bir 100 sene sonra beni alkışlayacaklar. tarih yargilayacaktir, tarih kararını verecektir..

özel egitimli sincaplari bir sekilde dogayi kirleten fabrikalara ve ülkelere salip şovu başlatacagiz dostlarim. eğer baktik sincap kesmiyor, rakun, kirpi ve son cagre olarak intihar koyunu ile sansimizi denemeye devam edicez..

dünya titreyecek dostlarim. dünya kendine gelecek. küreyi isindirmak neymis pişman olacaklar..

yasasin çevresel mucadele, yaşasın dünya halklarının ılık yaşaması.. soguk olunca da üşüyoruz zira..

Çarşamba, Aralık 24, 2008

Ben yaşlanınca

bu otobüs denen seylerde yaşlılara yer vermek yazili olmayan toplum sözlesmesinin kurallarindan birisi.. ya da bilmiyorum bir zamanlar yazılı olmuş olabilir ama sonra kaybolmuştur.. "işte bu anlaşmayla suriya hititlere birakilacak ve yarın bi gün otobus icat edilirse onda yaşlılara yer verilecek" şeklinde taş tablete yazılmış olabilir.. bilmiyorum kadeş anlaşmasını görmedim. yalan konuşmiim..

insanlar sizden yaşlılara yer vermenizi, onlari saymanizi, güler yüzlü davranmanızı bekliyorlar.. eyvallah.. ama eger yer vermezseniz ve uyuyor taklidi yapmiyorsaniz size verebilecekleri en büyük ceza sizinle konusmamak olacaktir.. ayiplaya da bilirler.. veya basinizda dikilip zamane genlerinin ne kadar denyo olduklarindan bahsedebilirler..

toplum sozlemesi dedik de bunun gerçekten böyle olduguna inanmiyorum.. muhtemelen otobuslerin ilk ciktigi 1920 li yillarda olusturulan(veya kadeş anlaşması ile) ve 30lu yaslarda olan insanlardan ibaret bir konsey "otobuslerde genclerden oturacak yer bulamiyoruz bari yasliligimizda oturalim" diyerek "cocuklarimiza yaslilara yer vermenin süpper bişi olduguu ogretelim böylelikle yasliligimizda bari özel arabamizcasina oturabiliriz otobuste istedigimiz yerlere" kararina varmis olmalilar.. bir nevi kooperatif beyin yikama bu..

madem sistem böyle işliyor bir beyin yikama söz konusu bunu abartip daha sahane bir yaslilik sürmek elimizde.. eksi sozlukte gordugum tanidigim kadariyla yas ortalamasi 22-28 arasi bir nesil var.. simdi kararlastirsak ki cocuklarimiza

  • yaslilara plazma tv almak cok hayirli bir davranistir
  • maasimizin bizi yasatacak kadarini ayirmak geri kalanini yaslilara vermek ahlak geregidir
  • kirisikliklar, kellik, gogus sarkmalari, kilolar özellikle beyaz saclar seksidir..
  • kalp krizi seks gücününün fazlaligina delalettir..
  • tv kumandalari yaslilara verilmelidir..

arkadaslar bu maddeleri cocuklarimiza bir sekilde ezberletebilirsek sahane bir yasliligimiz olur arkadas.. sadece otobuste bize ayrilan yerlerle yetinecek degiliz ya.. 21. yüzyildayiz zaman acimasizlik zamani, zaman menfaat zamani.. ben cocuklarima bunlari telkin edecegim.. siz de edin.. birlik olursak mukemmel yarinlar bizi bekler..

mesela "yaslilara emekli ayliklarini bankadan cekip evlerine götürmek su dunyada yapilabilecek en iyi davranislardan biridir" de ogutlenebilir..

lan playdoh gibi bişi bu genc nesil.. hani ne bileyim zamaninda ogutlemis olsalar bize "vize final zamanı notlarini paylasmak cagdas toplumun bir geregidir" simdi bu kadar can cekismeyecektik notlar konusunda..
ben bugun neyin izdirabini cekiorsam arkadas cocuguma bir bir ogutleyecegim..
"bilardo masasinda mekik ve pike cekmek pahali bir zevktir" den baslayacagim arkadas..

Karanlık geçmiş

Sizden iyi olmasin Karlos isminde bir arkadaşım var. blogu takip ediyor. dedim "karlos sen okudun mu eski yazılarımı diğer blogdaki?", "yok" dedi "okumadim".. o zaman ben de yavaştan buraya taşıma kararı aldım. güzellerini en azından..

Abdullah Gül'ün cumhurumuzun başına gelişi ile geçmişte yaptigi hadiselere didik didik edildi bildiginiz gibi.. ben de "vay efendim nasil gecmiste soyle yapmis biri, simdi boyle olur" diye cemkirdim, dost mecliselerinde dile getirdim.. Fakat dostlarim benim her zaman soyledigim bir lafim var igneyi baskasina cuvaldizi kendinize batiracaksiniz.. bu baglam da ben de gecmisimi irdelemek istiyorum

1983-1984 yillari arasin asiri dinci orgutler zamani:

İşte kanıtlari, işte fotograflari ile o günler.. Nato'nun sovyetlere karsi gazlamasi ile ben de bir aralar dinci kesime yüklendigimi kabul etmeliyim. Cephe gerisi islami faliyetlerim cok uzun sürmediyse bunun tek nedeni dua stilimi "kendime ozgu" kurmam ve bunun orgutce kabul edilmemesi.. Modernist bir islam anlayisi kabul gormuyor bu ortamlarda dostlarim..

1984-85 arasi orduya sizma girisimleri:

Basarisiz asiri dinci orgut deneyimi sonrasinda, yönetimde soz sahibi olma istegim durdurulamamis olacak ki bu kez de orduya sizmaya calisilmis. Fakat kadin cizmeleri ile nereye kadar denerek, kücük mücahit gorevimiz "sezercik" adi verilen bir serefsize takdis edilmistir.. Azuthcuk olacakken sezercik olmasi memleket adina talihsizliktir...

1985-86 Üniforma askindan delirmek:


Bu konu hakkinda uzun uzadiya konusmak istemiyorum.. ama fotograftan bile anlasilacagi sekilde itfaiyeden korkan bir insaniz..



1986-1988 Yeralti düğünleri:

İşte bir skandalin fotografi daha.. arkada ünlü mafya babasi n.a. nin adamlarindan "fikret meşe" ve onun dogum gununde mutlu bir sekilde dans eden bendeniz.. Mafya ile bu kadar içli disli oldugum o günlerden mutlak bir kanit..


Böyleyken böyle dostlarim.. insanlar baskalarini elestirirken kendi gecmislerine de goz atmalilar kanimca..

Salı, Aralık 23, 2008

Nazara uğrayan Ağaç


Nemo ile konuşuyorduk dün.. hoş bugünlerde ondan başkasıyla pek konuşmuyorum. her neyse "nazar'a inanır mısın" dedi bana. "inanmak ne kelime mina bile korum" dedim.. yaptığımın yersiz ve hayvanca olduğunu farkederek özür diledim sonra ama..

bu topraklarda yaşayıp da nazara inanmamak biraz zevzeklik gibi geliyor bana. genel bir anane bu. nazara inaniyoruz, çünkü hep inandık.. mesela osmanlilar. tarih kitaplarında zaferden zafere koşan, çimpe kalesini alıp avrupaya geçen, 2. kosova savaşı ile avrupadan atılmayacağı bir kez daha perçinlenen o osmanlı'da en nihayetinde türktü.. sonucta bir sekilde türklerin kurdugu 600 sene yasattigi imparatorluk.. hadise türk olunca ve bundan yüzyillar once olunca film bir yerden sonra kopuyor.. bugun bile "bunu anca türkler yapar" dedigimiz olaylar kiloyla yasanmis osmanlida.. nazarla ilgili olan bir şey de var tabi. hemen anlatayım:

mesela simdinin alman cesmesi civarinda zamaninda bir cinar varmis.. bu ulu cinara seceri vakvak denilirmis.. boyle denmesinin yegane nedeni idamlarin bu agacta yapilmasi imis.. oyle ki ahaliye agactan illallah gelince ne yapalim ne edelim de bu agaci yok edelim diye düsünmüsler.. kessen kesemessin 4. murat in zapitleri hemen yakalar..
ahali düsünmüs tasinmis, kem gozlu musubet birini bulalim demisler ki nazari degsin.. renkli gozlu gürcü bir cocugu bulmuslar. gozlerini baglayip agacin karsisina getirmisler.. gozlerini acar acmaz bed adam "cüs agaca bak ne kadar büyük" diyvermis.. 2 günde o koca agac kurumus, devri haftasinda da kuvvetli bir ruzgarda yikilmis..

işte boyle binlerce yüzbinlerce olay vardir osmanli devletinin günlük yasantisinda.

Rahmi Koç


geçtiğimiz beşiktaş maçı yazısında "elalemin zengini "batman" olurken bizimkisi beşiktaşlı oluyor" diye bir şeyler gevelemiştim.. "kaptan aç bu cümleyi" gibisinden tepkiler aldım ki rahmi koç hakkında yazma zamanımın geldigini düşünüyorum şu an..

özellikle her batman izleyisimde rahmi koç'un kendisine çok kızıyorum. elalemin zengini batman oluyor, kotulerle savasiyor, rahmi koç dünya turu yapsin, ali sami yen'de derbi izlesin.. yazik cidden yazik.. boyle bir aksa ortamlara, ciksa sabanci kulelerinin tepesine, baksa sehre ama yok.. gezsin dolassin, müze acsin.. yaziklar olsun yeminle.. ya adam batman olamadi ne bileyim sivaskangalman falan olur yahu, illa ki olur ama bişi.. o kadar para var, toplumsal sorumluluk diye bir şey var yahu!!! ya hic olmadi iron man misali bir şey ol yahu.. yaptir tofaşta

kaportayi, izocam dose icine yap isi yalitimini ne bileyim efendim, koçtaş'tan ekipman dose beline, alet kemeri al, aygaz'dan bas lpg'yi uç icabinda, arçelik'ten döşe elektronik aksami, ankastre iron man yap ama yok.. otursun paşam.. giysin sandaletleri, giysin hasir sapkalarini gezsin..

bilmiyorum arkadas.. bazen vizyonu cok dar insanlarin elinde oluyor güç.. yanlissam "yanlissin azuth agabey!" deyin... bakin buraya yaziyorum, ayni imkan bende olsun kandili tek başına basarip "dagilin len!!!" derim "terbiyesizler" derim.. milli duygularlan hareket ederim.. icabinda ormanlari sondururum!

ilenç olsun sana rahmi koç!!

bu arada unutturmayın bir ara ultras ünlülerden bahsedeceğiz.. benim bildiğim fenerbahçe taraftarı ibrahim tatlıses, celal pir, eski genel kurmay paşamız yaşar büyükanıt, galatasaray'da sivas deplasmanına bile giden mehmet ali birand gibi kulup yönetiminde olmayıp da fanatik birer taraftar olan ünlülerden.. pek eğlenceli geliyorlar zira bana.

Mahallenin küçük fırlaması

Arda Turan Galatasaray taraftarları için apayrı bir fenomene dönüşme yolunda. "Efendim son 1-2 ayda iyi oynamıyordu da Kewell'ın gidişiyle tekrar kendi ritmini yakaladı" şeklinde konuşmayı, teknik analiz yapmayı bir kenara bırakırsak (bu ülkede herkes her şeyin teknikeri olduğundan ben eksik kalayım. İcabında sigorta da değiştirir bu ülkenin insanı, antreman programı da yazar, arabanın vantilator kayışını da kendisi takar) Arda Turan'ın beni büyüleyen apayrı bir özelliği var.

Öncelikle benim heyecan duyduğum her şeyde heyecan duymuş bu çocuk işte. Hagi'nin Bilboa'ya attığı golü izlemiş, Kral'ın gol attıktan sonra kendi ismini göstermesini görmüş, Deli Hasan'ın panoları tekmelemesini alenen izlemiş.. Arda ile ortak futbol geçmişimizin olması, o profesyonel oyuncu zirvalarini siktir etmeme neden oluyor. Ulan adam benim kadar galatasaraylı yahu. Biz takım gol atsın diye ancak ve ancak koltukta yerimizi değiştirirken, daha evvelinde yaptığımızda kazandığımız şeyleri yaparken (ağızdaki sigarayi yere düşürmek gibi) arda kalkıp da "hadi beyler hadi" diyip icabında golünü çakabiliyor. Arda'nın futbol sahasında benim takımım için bulunması bana huzur veriyor açıkcası. "herkes maçı bırakır ama arda bırakmaz" dememe neden oluyor. Milyonlarca fanatiğin yeşil çimdeki yansıması Arda Turan. Mahallemizin küçük fırlaması..

Zeytin ağacı


madem ki uyuyup, uyanip, nemo'yu düşünüp, yunan mitolojileri okuyorum o zaman size de anlatayım bildiklerimi.. zeytin ağacının oluşumu hakkında bir efsanedir bu aşağıdakiler.. laf aramızda yukardaki resimde görülen şey sanırım benim cennetim. yani arkadaki şamdan ı bir kenara koyarsak, kesme taşlardan yapılmış avlusunda zeytin ağacı bulunan bir sahil kasabası evinde sonsuza kadar yaşayabilirim.. gerçekten:

fakir bir balikci (aka yahya reis) bir gün deniz kenarinda yaslidan da yasli bir adam görür.. adam hem yasli ve hem ac oldugundan balikcidan "oglum bana bir ekmek arasina da sardalye koyabilir misin?" balikci yahya reis yasli adama acir "gel dayi seni evime gotureyim orada nasiplenirsin" der.

bunun üzerine yasli adam "cok iyi bir adammissin sen ogul seni ödüllendirmek gerek" der ve dervis oldugunu yani bir nevi poseidon oldugunu belirterek 3 basli zipkini ile poseidon sekline bürünür..denizlerden sorumlu devlet tanrisi poseidon yahya reise "sizin köyün allahi kim?" diye sorar. yahya reisin tirsmasiyla "sensin agam" cevabini alan poseidon "birak bu gotunu yiyim ayaklarini" der.. "athena " diyiverir sadece yahya.. bu arada athena da olaylari duymus ve yahya reisi evine gelmistir. iki tanri "bu köyün allahi da peygamberi de benim" diye birbirine girince zeus hadiseye mudahale eder "en sahane hediyeyi veren bu koyun tanrisi olur der.. ikisi de bu hadiseyi kabul eder ve poseidon hemen "gel duhdul" diyerek denizden birbirinden güzel 4 at cikartir. "bunlar dunyanin en hizli ve guzel atlari bunlarla cok uzaklara gidebilir, tüm ganyanlari kazanabilir, veliefendideki cumhurbaskanligi kupasini kazanabilir, buyuk ordulari yenebilirsiniz der". sira athena'ya gelmistir. athena elindeki asasini bismillah diyerek yakinlardaki bir kayaya vurur ve orada birden kavruk caliya benzer bir agaccik belirir. bunu goren poseidon "hohoho caliya cirpiya sürtersin artik" diye guler. athena ise gayet hinzir bir gulumseme ile anlatmaya baslar. bak der yahya reise; "bu agacin ismi zeytin agaci. bu agac yuzyillarca yasar meyvelerini yesilken veya kararinca ekmek arasina katik yapip yersiniz, meyvesini ezip yag yaparsiniz. yagini yakip aydinlanir veya yagi ile yemek yaparsiniz, cekirdeginden de bir tur elyaf uretebilirsiniz demis." zeus afallar. "vay be" der "güzel oldugun kadar zekisin de.." inceden yazar..

tamam çok şahane bir efsane olmadığını biliyorum da rüyamda trakyabirlik tesislerinde macera yaşıyordum. madem ki zeytin sektörü rüyama girdi dedim, hikayelerini de şey ediim.

böylelikle athenanin güzelligi ile zekiliginin birligi tescil edilmis olur..

Pazartesi, Aralık 22, 2008

Yin Yang


hayat tahterevallisi olarak goruyorum ben bu gorusu. ve anadolu halki da bilmeden yin yang'a inaniyor bence.. yoksa "cok güldük" diyerek beni cimdikleyen valide hanimin bu hareketini baska türlü aciklayamam.. insanlar "cok güldük muhakkak ki ileride aglayacagiz" olarak nitelendirebiliyor bu yin yang i bilincsizce..

yani illa ki bir iyilik bir kotulukle karsilaniyor ve hayatta bir denge kuruluyor.. hadise benim icin de ayni sekilde işlemekte ve bu tahterevalli'yi bozan insanlarin varligi sinirlerimi bozmakta acikcasi..

yani mesela sokak cocuklari, tinerciler hayatlarinda mutlu olmadan aci cektikleri icin yin yang'in agzina sicmaktalar. ben aquapark'da eglendigim bir günün agrindan eklem şişlikleri ile bogusurken sadece, tinerci cocuk sokakta ugradigi tacizi hic bir sekilde mutluluga döndüremiyor ki bu hakket dandik bişi.. tao'ya falan veryansin edesim geliyor boyle bir durusta, mesela aidsli cocuklarin varliginda onun hayatinda mutlu bir duruş yokken, hastalikla baş etmesini istemek anlamsiz geliyor acikcasi..

hadi mesela cok zengin insanlara "olmaya devlet cihanda bir nefes sihhat gibi" demek feci rahatlatici ama ya fakirlere?


hoş bu bireysel mutsuzluklari, direk olarak "global bir mutsuzluk vardir" diyerek siktir edebilmis bu taocular.. yani diorlar ki "ben mutsuzsam ve asla mutlu olmayacaksam, evrenin dengesi manasinda, illaki avrupada felan cok mutlu ve asla mutsuz olmayacak birileri vardir".. eh ne anladim ki ben o zaman.. "yin yang global bir zamazingoysa, niye akapunktur u buldunuz bre dingiller?" derdim ben eger, ilk ve orta ogretimimi pekin'de gecirmis olan bir cinli olsaydim..

cok karisik bir konsept bu yin yang aslinda. her şeye bir cevabi var.. "işte mesela sen mutsuz olacaksin ki, baskasi mutlu olacak ki, senden gelen enerji ona akacak ki bir sekilde hareket heyecan olacak ki, dünya donecek mina koyyim" seklinde özetleyebiliyor bunu taoist rahipler..

ama ben anlamam arkadas.. denge dedin mi önce kendi içinde kurduracaksin dengeyi.. misal veriyorum, ben futbolda cok basarisizsam, elbet ki buz hokeyinde efsanevi bir oyuncu olmaliyim.. bana bunu sunuyor mu yin yang? yok.. eh ne anladim o zaman?

işte anasini satiim eyleşsin dursun insanlar uzakdogu felsefesiyle, yin ile yang ile ne bileyim efendim feng shui ile.. millet boş oturmasin, cok da mutsuz olmasin hesabina.


en nihayetinde yin yang'i rahmetli fikret kizilok şöyle özetlemistir

"her gecenin sabahi her kisin bir bahari
her seyin bir zamani benim dermanim yok"

eh yani bence de.. sacma sapan bi inanis işte arkadas..

Pazar, Aralık 21, 2008

21 Aralık 2008 Galatasaray Beşiktaş maçı

2008-2009 sezonunun ilk yarısının son maçında, izmirde havalar soğumuş, boluda kar yağmış, tokyo'da manchester united dünya şampiyonu olmuşken, gidenlerin ardından 40 yil geçmiş ve küçük emrah'ın "unutabilsem" adlı filminde `saruhan` adli pis arkadasi ona kaziklarin en büyüğünü atmışken oynanan ve galatasaray 4 atıp 2 yedigi boylelikle bir nevi zeki müren kapisini aldığı musabakadir. tabi beni o sırada futbol ilgilendirmiyordu,benim aklımda karda açan çiçeklerin günümüz modern kadınlarına nasıl da benzediği vardı.. (bundan sonra boyle arkadas.. dünden beri 10-15 tane "kaptan yazilarin süper" mesaji aliyorum, bir tane kiz yok aralarinda.. mesaj kutum muhendislik fakultesi kantinine dondu.. `vadidekidiken`(ki basta kendisini kız sandım) sagolsun bu oneriyi getirdi)

(pembe kramponlar giyen baroş, delgado'ya yaptigi efemine hareketler ile dikkat çekti)

maçtan evvel saat 4 gibi tribunler açılmış eski günleri yadeder bir şekilde insanlar o saatte içeriye doluşmaya başlamışlardi. stadın önünde resmen kuyruk vardı ve kuyrugun onune gecmek isteyenler direk ellerinde kofteleri ile geliyor "bilader arkadasa kofte almaya gitmistim" diyerek kuyrugun onune kaynamaya calisiyorlardi. metro'dan stada kadar yine karaborsaci dolmus, "ya bilader gelecekler 10 milyon farka alacaklar benden bilet, o rezilligi cekmeyecekler" tatavasi cogu karaborsacinin diline dolanmisti.. yagmur yagiyordu şakir şakir, ve herkesin aklinda "teknik oyuncular sevmez yagmuru" fikrini sokmuştu sergen yalçın.. hoş sergen "meira ve servet ileriye cikarsa besiktas cok gol atar" da demisti.. neyse sonra deginelim buna..

stadin acilis musabakasinda orada olan `sanli kaptan` oradaydi, `gokdeniz`, `hamit altintop`, galatasaray'in basinda cikmadigi ilk ali sami yen derbisinde kazaran ev sahibi takimin soyunma odasina giden mustafa denizli, elalemin zengini `batman` olurken besiktasli olagelmis `rahmi koç`, ve dün dogum günü olan `alparslan` hep statta yerlerini almislardi.. bir şekil "komedi dukkani"ndan firlamis bir tipi olan cüneyt cakir'in baslama düdügü bekleniyordu gari..

(soyunma odalarını geçmişte karıştıran mustafa hoca bu kez de yedek kulubelerini karıştırdı)

e5 tarafindaki kaleyi besiktas alirken, galatasaray'da fulya tarafindaki kaleyi almisti, galatasaray 3-5-2, besiktas ise 3-4-3 sistemi ile sahaya yayiliyordu ki bu alenen bir roberto carlos'a bir hakan ünsal'a ya da en basitinden "modern futbol" a yapilan vefasizlikti. daha macin baslamasinin üzerinden 8 dakika gecmisti ki sagdan lincoln "muz orta olarak tabir ettigimiz" ortalardan birisini aciyor, rüstü topu sektiriyor, akabinde topun üstüne elini koyuyor ama servet yine de topa jan jak russo tarafindan "insan haklari sozlesmesinde" yasaklanmis bir sekilde vuruyordu.. "her canli eşit dogar ve köle yapilamazdi ve ayrica bir topa o sekilde vurulamazdi" büyüksehir'e gol atinca sayilmiyor, galatasaray'dan yenince sayiliyordu aynı gol.. servet ileriye cikiyor besiktas pozisyon buluyordu sergen'in dedigi gibi kabul, ama pazara cikmiyordu servet nihayetinde. besiktas icin salak bir andi.. mamafih besiktas gazi almisti, daha golun üzerinden 5 dakika gecmisti ki servet'in ofsayt taktigini arda "lan?" diyerek bozuyor, topu onunde bulan delgado'da şık bir şekilde topu aglara gönderiyordu.. durum 1-1 di ve yagmur sessiz bir çığlık gibi kalbime yagiyordu.. bir kadının dudaklarının islakligi ne kadar cezbediciyse sahaya atilan konfetiler de o derecede cezbediciydi (hepsinden `tüftüf` yapasim geldi sahsen.. ayrica `ahmet altan` stili, `tuna kiremitci` modeli mac anlatmaya devam ediyorum farkettiyseniz..)



daha 13. dakika olmustu ve maç "üst" e gidiyordu.. hop zaten cüneyt çakır, holosko ve idmanlardan sonra `steven seagal`'in aksiyon filmlerinde "kötü adam"i oynayan zapo'nun ortasindaki arda'nin yere düsmesine düdügü caliyordu.. rüstü de holosko da pozisyonun penalti olduguna inaniyordu.. `beşiktaş` in rakibi yine kendisi oluyordu bu maçta.. baroş topa geliyor ve durumu 2-1 yapiyordu..

30 dakika boyunca 11 tane faul yapiyordu beşiktaş ve galatasaraylilar `resat nuri gültekin` misali kibar bir şekilde futbol oynuyorlardi. kardeşinin oğlunun sünnetinde kendisine hediye edilen mavi havluya terini siliyor, beşiktas ve galatasaray karşılıklı pozisyonlar kaciriyor ama besiktas daha hakim bir şekilde maçı götürüyordu.. birden ilk 45 dakika bitti.. yeşil çimlerin arasindaki, yagmur damlalari ile ıslanan kum taneciklerini hissediyordum tenimde, keşke yalnız bu yüzden sevseydim seni.. (cemal sureya burada)

devre arasinda sabri'ye bir taraftar yaklasiyor "valla ben kendimi iyi hissediyorum ama hocamın kendi kararidir" cevabini aliyordu.. skibbe "`suit up`" bir şekilde ikinci yariya cikmaya hazırdı bu arada.. "bu yarida da oyuna ne olursa olsun mudahale etmeyecegim.. bu yarida da oyuna ne olursa olsun mudahale etmeyecegim.. " diye içinden tekrar ede ede yedek kulubesindeki yerini aliyordu..

(yukarıdan ilk sıra sağdan sola ilk sıra: recep şenyele(tekstilci), gökdeniz karadeniz(futbolcu), ivan vasiljev(kiralık katil))

besiktas ikinci yariya yine heyecanli basliyor ama 5 dakika sonra delgado "ay demi kesta maldita luna" diyip hakeme eliyle kart işareti yaptigi icin ikinci sari kartini goruyordu.. daha sonrasinda "vallahi hakemler hakkinda konusmak istemiyorum ama ben orada "hocam biz aynısını yapiyoruz sari kart gosteriyorsun, kicin basin ayri oynuyor cok afedersin" demek için oyle yaptim" seklinde olayi acikliyordu..

(delgado sırf golden sonra yaptığı otistik taklidi nedeniyle de oyundan atılabilirdi..)


galatasaray lincoln ve baroş ile etkili geliyor, nonda ise tam olarak bir "duvar" vazifesi goruyordu.. bir forvet oyuncusunun verkac yapabilmesi duvar pasi cikarabilmesi acaip sahane bir şey kabul ediyorum da, arada baska sey de yap be adam. baroş mükemmel paslarla kendi pozisyonunu hazirliyor, lincoln abinin yine soldan açtığı bir ortayi cok net bir şekilde aglara gonderiyordu.. 3-1 olmustu ama holosko tak diye cevabi "10 kisiysek, ölmedik" diyordu.. mustafa hoca 60. dakikada elinde ne kadar yedek oyuncu varsa sahaya sürüyordu ama skibbe "47 yesil sise sallaniyor içlerinden biri hop dedi düstü 46 yesil sise sallaniyor" diyerek kendisine cevap veriyordu..

(mustafa denizli elinden gelen her şeyi yaparak yedek kulubesindeki tüm oyuncuları oyuna sürdü)

servet çetin kornerden gelen toplara kafa vurmak yerine tosluyor, bu kez lincoln ceza alanında düsürülüp baroş hatrick yapiyordu.. 4-2 olmustu mac gari.

hülasa her sene oldugu gibi besiktas bir kez daha ali sami yen'de gün yüzü görmüyordu. ama kanaatimce bu kez kendi kendisini yeniyordu.. futbolcular noel tatili için memleketlerine gidiyor (servet ığdır'a, sabri trabzon'a gidiyor mesela) futboldan ayri kalmamamiz için fortis devre arasinda çılgın bir kupa düzenliyordu "fortis türkiye kupasi: same shit, every year"

ha benim tatile gitmem mi? delisin.. beklememdir burada deniz.. gitmek gibi geleceğim ,denizin delisine, delinin denizi gibi, o ne kadar giderse... tesekkürler.

(bu gül sana)

Not: Tüm fotoğraflar (gül hariç), www.hurriyet.com.tr'nin malıdır ve bu belirtilmeden kullanılamaz.. nemo nemo nemo

Cumartesi, Aralık 20, 2008

Carl Wilhelm Scheele; Gerçek hayatta işe yaramama serisi #2

(Büyük bilim adamı, atom mühendisi Carl Wilhelm Scheele'yi annesi "tosunum" olarak çağırırdı)

bu carl oksijeni bulan arkadaslardan bir tanesidir.. ama gotu boklu bir arkadas oldugundan "ya simdi yatayim yarin yazarim artik" dediginden joseph priestly ye kaptirmistir oksijeni bulma zamazingosunu.. zira joseph daha atakan bir insan olup "ben buldum benimdir" diye makalesini yayinlayinca carl wilhelm scheele'nin mustekbel eşi "anita schelle"'in hatiralarindan ogrendigimiz kadariyla mösyö'nun agzindan su kelimeler dokulmustur..

"hasiktir ya.. of ben bulmustum daa evvelden.. of ya of.."

her neyse.. cok karakterli bir aile babasidir.. madem oksijeni bulduk ama yayinlamadik o zaman baska seyler bulalim dakkasinda yayinlayalim diyerek "komsijün","ponpikjen" gibi salak elementler bulmus ama ingiliz patent enstitusunun eglencesi olmaktan öteye gidememistir.. ama "klor'u o bulmustur.. yemin etsem basim agirmaz bu noktada..

1786 yilinda öldügünde bes parasiz ve yannizdir.. yalan soyledim.. 1776 da bir tane ecza dükkani almis, dükkanin dul sahibesi ile de evlenmistir.. ölümleri de 2 gün arayla olmustur.. artik ne yedilerse o dokundu diye düsünüyorum.

(Çağdaş bir bilim adamı. Gözlük takmassa öleceğinin farkında olarak atomları ayırıyor.)


şimdi bu angut herif buldugu klor gibi bir maddeye "depiskolojize deniz asidi" adini vermistir.. bereket sir humphrey davy cikmis da "klor desek daha kolay olur bence" diyerek kimyagerleri cok sahane zahmetten kurtarmistir.. bugun kloru kim buldu deseniz bana muhtemelen suratiniza bön bön bakardim ama bi kimyagere deseniz "humphrey davy" derdi.. bu yannis.. esas bulan carl wilhelm scheele.. ama işte kendisi bi denyo..

zaten ölümü de sakat oldugu icin arastirdim.. bakalim neden ölmüs bu dingil dedim ki yanilmamisim. dingilliginden ölmüs (haha 200 sene gecince costum farkederseniz) bu kodumun salagi (hahaha) periyodik cetvelden arsa almis trabzonlu muteahhid gibi atomlari birbir yerlestirirken molibden diye de bir sey bulmus.. "kursun benzeri" anlamina gelen molybdenum ismini de nasil olduysa kendisi bulmus..


nitrojeni de bu arkadas bulmus ama kimseye soylememistir.. taa ki antoine lavoisier cikip "dostlar ben bi atom buldum ama azot diye sey etmek istiyorum izninizle" diyene kadar.. sonrasinda isguzarlik yapip "ohooo gunaydin antoine.. biz onu coktan bulduk.. na bak tek kitabim "chemische abhandlung von der luft und dem feuer" da da bundan bahsettim" demistir.. pis bir adamdir.. arkadaslari falan sevmez hic.. ondan kimya alemi ortbas etmek istemis, adini tarihten silmek istemislerdir.. ne zaman bi kimyagerle "peki o zaman kloru veya nitrojeni kim buldu" diye sohbet etmeye calissaniz alacaginiz tepki "ya siktir et naapcaksin ismi lazim degili" gibi olacaktir..

(soldaki veresiye veren, sağdaki veresiye vermeyen. veresiye vermeyenin rahat koltuğunda oturduğuna dikkat edin.)


yine de üzülüyorum yani ben.. surda 190-200 atom var arkadas 3-4 tanesini kendi basina bulmus, ama adi kimya kitaplarina dogru duzgun gecmesin.. yazik.. yakisiyor mu koca kimya alemi size ?

her neyse yukarda bahsettiğim molibdenle asiri hasir nesir olunca ne bileyim efendim karisina gidip "ehehe bak bak nasil yapiorum bak burnumdan cikarcam bak ehehe" diye maymunluklar yapinca hem karisi hem de kendisi civa zehirlenmesinden mefta olmuslar.. hos bi 10 sene daa yasasa muhtemelen 4-5 atom daha blur, periyodik cetveli sikko sikko isimlerle doldururdu mösyö..

Misafir



Anneanne'nin vefatı, üstüne anne'nin hastalığı, üstüne bir de bayram gelince bizim ev misafirden geçilmez oldu. Yavaş yavaş duruluyor da eski sakinliğine, eski mükemmelliğine kavuşuyor. Yıllar yılı "eve gelene kadar 30 kisiye selam veriyoruz, böyle sevilen bir mahalledeyiz" mesajını millete verirdim de, o selam verdiğim insanları evimde görmek pek hoş olmadı. Yani ben selam veriyorum arkadaş, sizin eve gelmenize gerek yok ki? Yemin ediyorum Hostel filmindeki mevzuyu anladım.

bir de hostel sonucta.. adamlar geliyorlar interraile.. ben edebiyle gelene katlanamadım bir ay bu gelenler öncelikle pisler. içip içip kelimenin tam anlamiyla siciyorlar odanin içine.. insan öldürmesin de "bravo devam edin efendiler aynen bu şekil" mi desin? olmaz tabi. goygoycu falan olmak gerek.. böyle bi saskin olmak, veyahut parasal dönüşümünden inanilmaz derecede tatmin olmak gerek..

vallahi dedigim gibi hak veriyorum, eve gelen her "annemin, dayisinin kizigiller" in yatiya kalmasi durumunda daha da hak veriyorum..

bir de şu misafirin yanında kalmakla görevli insan olma durumu var. işte o sırada evin içinde bambaşka işleri oluyor aile bireylerinin ve sen tek basina ortamda kaliyorsun. tanımadığın garip insanlar (selam vermişsin ama) canlandirma yapacağım:

1. sahne

anne:durun ben caylari koyayim(sahneden cikar)
evin oglu:eee daa daa nasilsiniz..enistemler nasil?
misafir:hepsi iyiler
(burada misafirin konuskan olmamasi cok buyuk iskencedir ayiptir.."misafirliklerinizde konuskan olunuz havadan sudan muhabbet aciniz" - "kofi annan")
evin oglu:recep abi de evlencek sanirim artik
misafir:evet evlencekler nasipse
evin oglu:hmm sey ben bi anneme bakiim yardima ihtiyaci var mi..(evin oglu sahneden cikar)

2 sahne

(evin oglu ve anne mutfakta)
evin oglu:ya anne birakip gittin beni...ya ne dicem ben adamlara,tanimam etmem..mda zaten inadim inat gotum iki kanat modunda konusmuo da konusmu..
anne:eee cocuum topluma karismadiindan oluo bunnar hep..msenin arasina cikmiosun ki..dur caylari koyuorum sen git

3. sahne
(misafirler,evin oglu salona girdiginde toparlanma hareketi yaparlar)
evin oglu:baharda bir turlu gelmedi degil mi?
misafir:haklisin.. (gülüşmeler)

Cuma, Aralık 19, 2008

Fabrika kızı



Bu fabrika kızı mükemmel bir seksenler sarkisidir.. kanımca seksenlerin politik-ekonomik yapisini anlatan sarkilar icerisinde yeri the clash'in london calling'i ile yan yanadir.. hikayede bilindigi üzere bir kiz vardir, yürüme mesafesindeki bir tütün fabrikasinda calisan..

80lerin en önemli hadiselerinden biri, 70lerin şu meshur petrol kriziyle beraber ortaya cikan neo klasik iktisatin, belki de daha once toplumlara hiç bir iktisadi akimin etki etmedigi kadar etki etmis olmasidir.. neo klasik düstür neticesinde, tam istihdamdan, dogal issizlik orani dusturuna gecilmis, böylelikle işcilere verilen imtiyazlar ortadan kaybolmustur.. artik işciler sosyal tesis gereksinimi duymayacaklardir, artik işciler bayramlarda ayakkabi ceklerine kavusmayacaklardir.. yeni düzen boyle uygun görmüstür. tekrar ve tekrar petrol krizleri yasanmasin diye (hoş bence bu vahsi kapitalizm'den baska bir bok degildir ve bir sekilde, bir zaman muhakkak patlayacaktir da neyse)(bir nevi patlamıştır da gerçi.. son krizden bahsediyorum) işte bu degisimin bir halkasi da, yürüme mesafesindeki fabrikalarin, şehrin uzak yerlerine alinmasi, ve boylelikle işçi ile fabrikasi arasina bir yol konulup, fabrikasi ile pek özdeşleşmemesini saglamaktir.. yani işci evinden onu coook uzaklara atan fabrikasindan pek hoşnut olmayacak, ve oradan kurtulmak için bir an evvel işini yapip gidecektir..

işte fabrikalarin uzaga alinmasidir fabrika kızını, kızlarini yok eden ve bu sarkiyi nostaljik kilan hadise.. bi alpay sarkisindan da neo klasik iktisat elestirisi yaptigima inanamiyorum gerçi.. bu sarkiyi polanyi'de cok severmis dostlarim, arkadaslar, dervisanlar.. ölmeden evvel paso "haramiler" yorumunu dinler dinler, votka içermiş..

Perşembe, Aralık 18, 2008

Sermet Erkin

bulundugum mekanda tv açık oluyor. ama devamlı cnbce olsun, cnn olsun bu tarz kanallar. ama az önce tv de sermet erkin'i gördüm.. cnbce de ne arıyordu, ekonomik buhranın sihirbazlara ne tür sorunlar çıkardığını mı tartışıyordu bilmiyorum.. ama ben öfkeden kudurdum. gecmisin hasetli defterlerini kapatamamisim. kalender bir
insan olamamis, ofkemi yenememisim.. hindistanda gecirdigim 2 sene resmen boşa gitmis.. fakat çok sahane fotolar cektirdim yine de hindistanda.. facebooka koydum.. tagledim bi de.. bu ben bu dalaylama..

neyse husumetin kaynagini aciklayayim.. bu sermet erkin bir gün bizim okula geldi.. neyse efendim günes gözlükleri korumalar falan. sanirsin film artisti.. neyse cikti sahneye basladi sovunu yapmaya.. kuslar kelebekler alkislar kiyamet..
bir yerde "aranizdan bir gönüllü var mi " dedi.. ben de o sirada beyruttan yeni gelmiim iç savas yorgunuyum basima daha kotu ne gelebilir ki diye düşündüm "ben gönüllüyüm" dedim..

neyse efendim ciktim sahneye adin dedi.. gercek adimi kullanamazdim "filiz" dedim.. "bir erkek için garip bir isim" dedi "sermet cok normal ya" dedim.. aramizda ilk dakikadan bir sogukluk olmustu. artik egolarimiz gizliden gizliye savasiyordu. "gir lan sandigin icine" dedi bana "sihirbaz oldugunuz kadar küstahsiniz da" dememle sandigin icine girmem bir oldu.. sandigin sicak ortami ve benim de tuvaletim gelmesiyle bir de sahne heyecani ile sali verdim sandigin içine" neyse sonradan bicaklar bilmem neler..

"ay cik cik cik batirdin" falan dedi bu.. ya dedim "korktum mina koyiim".. arkadaslar da gülüyor bi yandan.. "gülmeyin lan ipneler.. siz girin yiyorsa" diyemedim cünkü.. müdür yardimcimiz en ön siradaydi sapik gibi.. hayir koca müdür yardimcisisin, sermet erkin izliyorsun lan.. o da ayri bir paradox.. neyse..

delikanli adam inceden yaklasir "hafiz işedin istersen arkadan kaç" falan der.. rezil etmez insani.. ama bu piç!! bu sermet hiyari!! üzerimden populerite yapti. kari kiz kaldirdi..

bir gün bulucam oglum seni.. bir gün silicem seni piyasadan..
bu da böyle bir animdir..hell yeah bebegim.. come on..

Çarşamba, Aralık 17, 2008

Sakız Katliamı


Bu günlerde Ermenilerden bir özür dileme silsilesi gidiyor. Tam bir istemli soykırım olup olmadığı muallaktayken böyle bir hadisenin olmasından özür dilemeyi açıkcası tam doğru bulmuyorum. İllaki bir şeyden özür dilenecekse, ciddi bir soykırımdan, Sakız adası yurttaşlarının uğradığı soykırımdan özür dilemeli. Geriye kalanların çok az olması, böyle bir soykırımdan hiç bahsedilmemesini doğuruyor gerçi. Birilerinin bahsetmesi, birilerinin özür dilemesi gerek.

Bu katliam 1822 yilinda, sakiz adasinda meydana gelmis ve yaklasik 100 bin kisinin yasadigi sakiz adasinin nufusunu 2000 kisiye düşürmüs bir katliamdir ne yazik ki..

hikaye aslinda susam adasindan sakiz adasina gelen bazi rumlarin, gelecekte eoka'nin yapacagi tarzda bir "türkleri yok edelim, camilerine işeyelim, cengiz topel e işkence yapalim" dusturu neticesinde baslamistir..

42 bin kisi asilmistir osmanlilar tarafindan, 50 bin kisi sürülmüştür, mahpus edilmistir. evler yakilmis, tarlalara tuz serpilmistir. elden cikan yunan topraginin acisini sakız adasinda, provakasyona gelmeyip orayi burayi yakmayan halktan cikarmistir..

zaten sakizlilarin yunan isyan'ina karismasi icin de hic bir neden yoktur o zamanlar.. hali hazirda zaten sakiz ticareti yapmaktalar, gayet zengin bir sekilde yasamaktaydilar. çeşmeden evlerinin ışıkları gorunurken, her türlü ticareti özgürce yaparken ve iç yönetimlerinde özgürken, hatta adaya osmanli yüz yillarca dogru düzgün bir kadi bir vergi memuru bile göndermemisken böyle bir isyan'a girişmesi sacmaliktir düpedüz..

ama işte susamli rum gemiciler, birden "siz yunan degil misiniz? siz isa'nin cocuklari degil mizin ah vre?? bu ne dingilliktir be pedimu??" diye girince ve yine bu susamli gemiciler camileri yakip, adadaki türklerin kaleye kacmasina neden olunca, ve halktan da "ne yaporsunuz onnar bizim kardeslerimiz??" tepkisini almamasi, osmanlinin gidip sakiz adasindaki halkin agzina sicmasina neden olmustur..

dedigim gibi neredeyse tamamen sucsuz 42 bin kişi asilmis, 50 bin kişi sürülmüş, ancak ve ancak adanin zenginleri sayilabilecek 2000 kişi hayatta kalabilmiştir..

sakiz adasi katliamini victor hugo ve lord byron da kaleme almistir baya baya..

gariptir, bu katliam neticesinde hic bir zaman sakiz halkinda türk nefreti uyanmamistir.. hatta hikaye hakkinda, sakizli ninelerle konusuldugunda "türkler degildi, rumlardi bunun nedeni!" gibi bir laf bile duyulabilir..
hatta bakin sakizdaki bir klisede şu yazi yazar

"sakız adası'nda katliamdan evvel 118 bin kişi vardı. katliamdan sonra adanın güney kısmında sakız üretimi için 1800 kişi canlı bırakıldı. hesaplara göre adada 23 bin kişi öldürüldü. 47 bin kişi kahire ve izmir'in esir pazarlarına sürüldü. kalanlar da çevre adalara giderek kurtulmuşlardı. nea moni manastırı'nda katliam paskalya bayramı arifesi, büyük perşembe ve büyük cuma günleri arifesinde manastırda kurtulmak maksadıyla bulunan ve sığınan 600 keşiş ve 3500 kadın ve çocuğun hepsi osmanlı türkleri tarafından katledilmiştir. bu katliamdan geriye kalan bazı kemikler burada bulunmaktadır."

yani türklere degil nefret, osmanli'ya.. ya da ben çok iyi niyetliyim..

yazinin alintilandigi yer hakkinda soyle buyuralim:

http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=102307

katliam hakkindaki britannica girdisi de surada var:

http://www.britannica.com/EBchecked/topic/368477/The-Massacre-at-Chios

bu da wikipedia:

http://en.wikipedia.org/wiki/Massacre_of_Chios

ben şahsen, ege'nin iki yakasını da seven birisi olarak utanıyorum bu olaydan ve özür diliyorum.

Salı, Aralık 16, 2008

Hayatta iki şeye özendim ikisi de sikko çıktı

allahi var hic boyle hirs küpü bir insan olmadim.. yani aman notlarim daha iyi olsun, ama daha cok kazanayim, eyvah eyvah sevgilim yeterince güzel diil demedim.. kanaatkar yaratmis bizi de rabbimiz. yapacak bişi yok..

ama su hayatta iki seye özeniorum arkadas.. birincisi boyle devamli yenilen, orta silara mahkum bir takimin umutkar taraftari olmayi istiorum.. hani deplasmanlara gidelim, "az sayida valladolid" taraftari falan desinler bize.. kavga etmeye falan üsensinler o derece...

ikincisi ise boyle direk kameraya bakmayan, ufuga bakan bi fotomu, transparanlastirip arkaya gün batimi resmi falan koyup onu sergilemek.. feci ozeniorum buna da..

ama işte imkanlar yok.. imkan olsa bile o ozgüven yok bende.. zira en basta bence mantalitesini ogrenmek gerek hadisenin.. yani bir insan neden gün batimi fotosunu koyar ki arka plana diye kendisine sordugunda "efendim yakisikliligim milletin gozunu almasin diye" cevabini tokat diye vermeli..

simdi bunlari düsününce "ulan" diorum "ne sikko isteklerim amaclarim var su dünyada".. agladigim oluor düsündükce..

Pazartesi, Aralık 15, 2008

Çocuk hastanesi


Nemo ile konuşuyorduk az önce. nemo diyorum zira kendisi yakın dönemde tanıştığım en süper, en şahane insan ve denizde gözlerini açmadan yüzemiyor.. Çocuk hastaneleri hakkında konuştuk. Ben de dedim ki anlatayım çocuk hastaneleri nedir ne değildir.

yurdun değişik yerlerinde, değişik adlarla açılan hastanelerdir bunlar.. işte "süleyman demirel çocuk hastanesi","izmir sezercik çocuk hastanesi","cengiz topal hava çocuklar hastanesi" gibi isimleri olur..

içlerinde büyüdügüm için bana manyak gelmezdi bu ortamlar ki 10 sene sonra bir tanesine gitmek gerektiginde farkettim ki hakket über manyak, korkunc ortamlar.. zira okham'in usturasi konseptine uymayan yerler.. hal böyle olunca da hadise korkunclasiyor..

yani nedir: hastane dedigimizde duvarlari beyaz, hastalarin yasli oldugu, hemsirelerin cok sevimli olmadigi, hastalarin hastaneyi sevmedigi, ve duvarlarinda zurafa resimleri olmayan bir yer düsünürüz.. ama burasi degil arkadas.. duvarlar pembe, etrafta cocuklar kosuyor, lavabolarin boylari 50 santim, hemsireler cocuklara isimleri ile sesleniyor, boyle bir termoslarla caylar gidiyor, hasta yakinlari hastaneyi doktorlardan daha cok seviyorlar, özellikle kronik hasta olan yavrucalar ortamda büyük hayaller yaşatiyorlar, hastaneyi sizden iyi bilen firlamalar etrafta düsüp kalkiorlar ve icin erior..

yine de korkunc arkadas.. en nihayetinde çocuklarin hasta olmamasi gerektigi için korkunc.. duvara zurafa, fil çizince, o cocugun anilarinda cocuklugunu hayvanat bahcesinde gecirdigi fikrini yesertemiorsun..

Yaptığım en büyük çılgınlık

gerzek katılım formlarında bulunan bir soru cesidi bu. "yahu nolcak ki katilayim ben de!" diyip de acun ilicali ile var misin yok musun, yarismasina katilmak isterseniz, katilim formunda bu tarz bir soruyu cevaplamak zorunda kaliyorsunuz.. daha evvelinde de makara olsun diye katilmak istedigimiz bbg'de de aynı hadise vardi mesela.. bir "yaptiginiz en büyük cilginliktir" gidiyor..

fakat bir halti yerken "cilginim bebegim" burak kutlugunda bir insan olmadigimdan katilip kaliyorum öylecene.. gerzekleşiyorum.. "şu yaşa geldim, yaptigim en büyük çilginlik, bakkalin önünde bira içmek miydi lan?" demekle yetiniyorum, "240 basinca tempralarin göstergeleri degisiyormuş"'u deneme hadisesini cilginlik olarak goremiyorum..

heralde bir insanin "bu yaptigimiz çok cilgincaydi" demesini falan bekliyorlar.. böyle yasiyoruz tabi biz.. "uuuuuw inanilmaz.. çok delice bir şey bu!!" falan diye dolasiyoruz..

velhasil yok işte.. cilginca yapilmis bir hadise koca hayatimda.. burnuma leblebi sokmuştum kücükkene.. oluo mu o?

Pazar, Aralık 14, 2008

Dinlenme Tesisi

uykulu bünyelerin alelade sikildigi noktalardir bunlar, dinlenme tesisleri.. insanlar, uzun yolculuklarda, belli yerlere işesinler, otobusu batirmasinlar diye yapilmis yerlerdir hesapta.. fakat iş "acıkanlar birbirini yemesin, buradan yesin bişiler" dedikleri noktada zivanadan cikiyor.

dünya ekonomi literaturune "ne kadar gecirebilirsek kardir" mantigi ile kurulmalari ile girmis bu dinlenme tesislerinde sahsim adina mutemadiyen becerildigimi soylemeliyim.. genelde diyaloglarimiz su sekilde gelisiyor;
-hayirli işler iyi geceler gozleme ne kadar
+152 ytl
-tamam alayim ben
+ayran da ister misiniz?
-tabi tabi olsun tuvalet ne tarafta
+arkada.. hepsi 212 ytl tuttu..
-buyrun

o an idrak edemiyor insan.. bunlar maksimum 3 milyon eder diyemiyor.. basireti baglaniyor. zaten 3 saattir uyuorsun son derece rahatsiz edici bir durumda ve koltukta. yanindaki tanimadiin adamla ayagin birbirine degiyor ve terlior. cok rahatsiz edici..(istiyorum ki burada 3. kisilere bişi ifade etmeyen bir ayak terlemesinden bahsedeyim. robert plant e de selam cakiim) üzülüyorum boyle oldugunda.. ey yol üzeri esnaflari, ey sevgili dinlenme tesisi sahipleri nolur gozlemelerin fiyatlarini belli oranlarda tutalim. tarim bakanligi da uyumasin kardesim. hoş bunlar kemal sunalin zehir bekci oldugu filmindeki gibi fiyat etiketlerini tak diye degistirirler zabitalar geldiginde..

ha bir de ucaklar icin de olsun bu dinlenme tesislerinden. mesela izmirden ucarken istanbula yalova civarina inelim "thy 135 sefer sayili izmir istanbul ucagi yolculari, ucani ayri kacani ayri tut dinlenme tesislerine hos geldiniz mola süreniz 30 dk dir" densin.. ben yeni hükümetimizden bunu hükmetmelerini arz ediyorum.

bu arada fotograf "miller" bira doldurma tesislerinden.. haha gider ayak miller içenlere de bok atiim..